Yazar: Hamkan

Tayyip'ten Sonraki Başbakan-2

Bu yazının birinci bölümünü yazdığımızda tarih 2011 şubatını gösteriyordu. Bu konu için henüz çok erken görünüyordu. Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihine damgasını vuran Recep Tayyip ERDOĞAN, hem kamuoyu yoklamalarında hem de kazandığı seçimlerde uzun süre lider olarak kalacağını gösteriyordu. Ancak Tayyip ERDOĞAN 10 Ağustos 2014 seçimlerinden sonra yaptığı bir açıklamada “Her doğan, büyür, gelişir ve ölür. Bu, gerçek kişiler için böyle olduğu gibi tüzel kişiler içinde böyledir” diyordu. Bu söylem biz davamızın süresini gayretlerimiz çerçevesinde uzatmaya çalışacağız ama bunun da bir sonu var ve bu durumun bilincindeyiz demekti. Şu zamana kadar AK Parti ciddi bir düşüş yaşamasa da siyaset gereği Tayyip Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanı olması hasebiyle Başbakanlık koltuğu boşalmış oldu. Resmen açıklanmasa da cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün ifade ettiği gibi “Ahmet Bey’in görev alacağı görülüyor.” Evet, şu an yeni başbakanın Ahmet DAVUTOĞLU olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Derken yeni başbakanımız beklendiği gibi Ahmet DAVUTOĞLU oldu. Tabi burada davasını şahsından önde tutan bir Abdullah Gül olduğunu da unutmayalım. Tüm fitne tohumlarına, tüm ayrılık çabalarına karşı hizmet şuurunu kaybetmeyen Gül’de elbette unutulmamalıdır. Niçin Davutoğlu dediğimizde karşımıza çıkan somut sebepler var. Bunlardan en önemlisi AK partinin 3 dönem kuralı. Bir de somut olmasa da perde ardından görülen gerçekler var ki, Davutoğlu’nun yaptığı çalışmalar ve gayretleriyle kendine parti içinde iyi bir yer edindiğini söyleyebiliriz. Eleştiriler olsa da dış politikaya getirdiği açılımın çoğunluğun beğenisini kazandığını görüyoruz. İslam dünyasına ilgisi, ilkeler üzerinden giden siyaseti, alanında uzmanlığı ile ortaya...

Devamını Oku

Barış İle Savaş

Hamza Furkan OĞUZHANAnadolu, 28.01.2013   Barış: Selam! Savaş: Selam! Barış: Ne haber? Savaş: Eyvallah, sağolasın. Senden? Barış: Aynı. Yine unuttu bu insanlar beni. Galiba beni sevmiyorlar. Bazen böyle düşünmeme sebep oluyor bu sürekli senle (savaşla) hemhal olmaları. Savaş: Valla ben halimden memnunum. ”Yediden yetmişe, ülkeden ülkeye” dolaşıp duruyorum. Malum bu aralar her yerde ben (Savaş) varım. Hele hele ülkeler birbirine girdi mi bana sürekli mesai. İnan yetişemiyorum. Barış: Bu insanları anlamıyorum. Değil bir insanın kalbini kırmak bunlar her gün yüzlerce insanın canına kıyıyorlar. İnsan veya insaniyet her ne dersen böyle olmamalı. Bu ancak “aşağıların en aşağısı” insanların harcı. Ters giden bir şeyler var. Savaş: Öyle deme. Tarihte benden çok fazla var ve olmaya da devam edecek. Ben tarihin süsüyüm. Ben dünyanın düzeniyim. İnsanlar çoğu zaman dinleri için, kimi zaman para için, kimi zaman da sırf zulüm olsun diye savaşırlar. Böylece ihtiyaçlarını giderirler. Zayıf olan ezilmezse güçlü olan ayakta duramaz, biliyorsun. Barış: Ne zamandan beri zulüm ihtiyaç oldu. “Başka bir dine mensup insanlara yaşam hakkı tanımamak ihtiyaç mıdır” ya da daha çok ve hazır para için öldürmek, sömürmek gereklilik midir? Çok yanlış yerlerde geziyorsun. Savaş, ben önce muhabbetle seni uyarıyorum. Kardeşim bu işin sonu yok. Niye masumlar birilerinin ihtiyaç diye tanımladığı nefsani arzularını tatmin etmek için öldürülüyor. Savaş: Sen bu boş lafları geçsene. Dünya böyle dönüyor farkında değil misin? Kimi buna “yeni dünya düzeni” diyor, kimi “emperyalizm”, kimi “faşizm”, kimi...

Devamını Oku

TRT ve Dizi Sektörümüzdeki Değişim

Hamza Furkan OĞUZHANİstanbul, 25.02.2013   Diziler, günümüzün olmazsa olmazları. Tüketim kültürünün en bariz örneği zaman tüketimi için birebir. Düşünmemek için, kendini kontrol etmeyi unutmak için çok yerinde bir argüman. Türk insanı diye kısıtlamayalımama nedense haftada en az 3 dizi takip edenimiz çok. Bir kıyaslama yapmak için veya Türk insanının yönelimlerini öğrenmek için araştırma yapmak gerek. Ama birçoğumuzun en az 3 diziyi takip ettiğini söylemek herhalde araştırmaya gerek olmayan bir durum. Belki biraz iyimser davranıyor da olabiliriz bu konuda. Her neyse. Şimdi gelelim dizilerimize. Hep söylenir. Dizilerde en çok işlenen konular kadın ve erkek arasında sıkıştırılmak istenen aşk üzerine kurgulanmış ihtiras, ihanet, aldatma çerçevesinde yaşanan olaylar ve evli çiftlerin birbirlerine olan güvensizlikleri gibi durumlar. Bunların yanında dizilerde anlatılanlar bu ülkenin en az %70’ini oluşturan aile yapısını yansıtmamaktadır. Neredeyse hiçbirimizin aile içinde yaşamadığı, kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi olmayan sahneler dizilerimizin içeriğini oluşturmakta. Şimdi dizi izleyelim mi, izlemeyelim mi noktasına gelmemizi pek olağan göremiyorum. Çünkü diziler kimilerinin misafirlikte buluşma günü, kimilerinin yalnızlığına karşı en yakın dostu, kimilerinin dertlerine derman olan kendisini anlatan uçuk kişiliklerde kendini bulması, kimilerinin ise vakit geçirme aracı. Hal böyle olunca dizi izleyip izlememe konusunda bir şey söylemenin insanlar nezdinde bir karşılık bulacağını düşünmüyorum. Dolayısıyla bu konuda yapılması gereken bir şey varsa o da en azından izlediğimiz veya izleyeceğimiz dizileri özenerek seçmek. Özellikle de küçük yaştaki çocuklarımız için buna çok dikkat etmeliyiz. Evet, diziler bize toplumsal değerlerimizi koruyup, insani...

Devamını Oku

Yüzyılın İsrafı Futbol

Hamza Furkan OĞUZHANİstanbul,28.12.2012   Açta açıkta kalan insanlardan bahseder medya bir taraftan. Kimi köşe yazarları kaleme almıştır Somalili çocukları. Kimi sivil toplum kuruluşları haber yapmaya çalışmışlardır Güney Afrika’daki açlık dramını.Herkes aklına geldikçe veya dikkatini çektikçe hatırlamaktadır veya hatırlamaya çalışmaktadır tüm bu olan biten insanlık trajedisini. Bunlara karşın çok garip bir durumumuz vardır aslında. Birbirimizin hassasiyetlerini gereksiz görmek gibi. Birileri bir şeylere dikkat çekmeye çalışırken kimisi oradan çıkar ve der ki: Bizim insanımız açlıktan ölürken sizin haddinize mi düşmüş Suriye’ye yardım etmek. Herkesi biz mi besleyeceğiz? Libya’dan bize ne. Hele o Filistin yok mu! Doğu Türkistan’dakiler kendi başlarının çaresine baksın. Araplar zaten hak ediyorlar her şeyi. Bu bahsettiğimiz mevzularda birbirimize laf yetiştirmekle o kadar çok meşgulüz ki başka mevzulara fırsat bulamıyoruz. İşimiz birbirimizin kusurlarını bulmaya çalışmak, birbirimizi rencide edebilmek için gayret sarf etmek olmuş her nedense. Günümüz futbolu müthiş bir ekonomik pazar olmuş durumda. Ama kimsede bu futbola harcanan paraların hesabını yapmıyor. Neden acaba! Vicdanlar gerçekten bunu mu gerektiriyor. Acaba, yiyip içip israf etmemek bir futbolcuya 15 milyon dolar para vermekle mi oluyor. Neden kimsecikler gereksiz olan bir konunun üzerinde bu kadar çok tartışmaya fırsat bulurken futbolun israfından bahsetmiyor. Futbol hakikaten eğlenceli, oynamaktan bir o kadar hoşlandığım bir spor. Hemen her erkek çocuk yoğun zamanını geçirir bu oyunla. Haliyle de kimilerinin vazgeçilmezidir. Buraya kadar her şey normal. Ama normal olmayan, örnek olarak FB-GS maçının ardından ülkede hemen tüm kanallarda bu...

Devamını Oku

Suriye'nin Kaderi Ortadoğu'nun Kaderi

İsrail’in son zamanlarda Gazze’de yaptığı operasyonlar ve çok büyük bir kara harekatına hazırlandığına dair çıkan haberler ve sonrasında gelen ateşkes. Bu gelişmeler Ortadoğu’nun gündemine yeni bir eksen kazandırıyor. Diyeceksiniz ki bunlar sürekli olan şeyler. Evet, sürekli olağan görülen hadiseler ama bazı değişiklikler var.Bundan çok değil 3-5 yıl öncesine gittiğimizde Suriye’de bir iç savaş yoktu. Türkiye-İsrail ilişkileri normal seyrindeydi. Irak’ta Maliki hükümeti Türkiye’ye karşı tavır almamıştı. K. Irak bölgesel yönetimi ise Türkiye’ye şu an olduğu kadar yakın değildi. En önemlisi ise İsrail-Filistin savaşlarında Müslüman bir ülke olmasına rağmen ortada bir tutum takınan hatta sınır kapılarını açmayıp İsrail’in işine gelecek adımlar atan bir Mısır yönetimi vardı. Şimdi ise yeni süreçte “karşınızda eski Mısır yok” diyen bir Mursi var. Mısır’da Mursi devam eder mi yoksa böyle davranmaya devam ederse çiçeği burnunda başkanı öyle ya da böyle devirirler mi bu ayrı konu. Zaten Mısır’ın şu son birkaç gündür yaşadıkları bu tartışmaları ayyuka çıkarmış durumda. Birileri Mursi’ye ayar vermeye çalışıyor ya da Mursi postu sağlam yapalım derken kendini gereğinden fazlaca koruma altına almaya çalışıyor. Ancak bunlar bir tarafa, şu anki haliyle Mısır eski Mısır değil. Genel olarak Ortadoğu’ya baktığımızda Mısır-Türkiye şu an itibariyle Suriye ve Filistin konusunda ortak hareket ediyor. Genel anlamda da politikaları birbirine yakın. İki güçlü devlet. Karşılarında ise Suriye politikası tamamen farklı bir İran var. Arkasında Rusya ve Çin’i de bulunduran bir İran. Şimdi Suriye’de Mısır-Türkiye politikalarını destekleyen bir yönetim olsa...

Devamını Oku

Ufuk Çizgisi

İnsanlar davaları ve idealleri ölçüsünde hayata tutunabilirler. Kiminin gerçekleştirmek istediği bir davası vardır, kiminin de ulaşmak istediği idealleri. Her insanın yaşamak için, yaşarken üretmek için bir nedeni vardır yani.Madem herkesin bir ilerleme noktası var. O halde insanlar idealleri konusunda nasıl bir yol izlemeli? İdealleri konusunda nerelere ulaşabileceğini nasıl görmeli? İşte tam da bu noktada; insan ufkunun genişliği ölçüsünde, ulaşmak istediği nokta anlamında başarılı olabilir. Buna zıt olarak sığ düşüncelerin içerisinde olan bir insan küçücük sorunlarla boğuşarak geçirir hayatını. Bir dağın tepesine çıkıp oradan şehre bakabilen bir insan der ki: Bu diyarda binlerce insan var. Her bir insanın onlarca sorunu var. Herkesin aşmaya çabaladığı engelleri bulunmakta. Olaylara ve insanlara bu kadar geniş bir açıdan bakabilen insan kendi derdinden çok diğer insanların derdiyle hemhal olur. Bilir ki bu dünyada bir tek kendisi yok. Bilir ki kendi sıkıntısından çok daha büyük sıkıntıların içinde olan insanlar var. İnsanın ufkunun geniş olması ve ileri görüşlü olabilmesi hayatının zirvesine ulaşmasında çok büyük bir rol oynar. Aynı zamanda insan yapması gereken işe kılı kırk yarar derecesinde, bu işin gereklerini hakkıyla yerine getirerek hazırlanırsa yaptığı işten büyük haz duyacaktır. Böylelikle önüne çıkan engeller ise kişi için yok hükmünde kalacaktır. Her şey somut verilerle ortaya konularak hedefler belirlenmeli ve faaliyete geçilmelidir. Yoksa her şey laf-ı güzaf olarak kalmaya mahkum olacaktır. Yani ufkunu geniş tutmanın yanında yapılması kararlaştırılan işler hemen uygulanmalıdır. Bu olmadığı takdirde ufkumuzdaki her düşünce ölü bir...

Devamını Oku

Sıfır Sorun – Sıfır Komşu

Hamza Furkan OĞUZHANManisa, 08.08.2012   Tarihsel süreçler kısa vadeli olarak değerlendirilemezler. Son günlerin sıcak tartışma konusu. Hükümetin ısrarla ve kendinden emin olarak sürdürdüğü dış politika ve buna karşın özellikle Suriye ile olan ilişkilerin tamamen kopması neticesinde bu politikayı eleştirenler. İki tarafın da kendine göre haklı gerekçeleri var. Bakalım bu gerekçeler nelermiş.Davutoğlu döneminin dış politika anlayışına karşın söylenen ve diler getirilenler. Diyorlar ki:   Siz sıfır sorun politikası ile tüm komşularımızla iyi ilişkiler kurup birlikte ticari anlaşmalarla büyüyeceğiz diyordunuz. Ancak Suriye ile ilişkilerimiz koptu. Irak hükümeti bize karşı cephe almış konumda. Ermenistan ile sıkıntılıyız. Rum Kesimi ile ciddi problemlerimiz var. Diğer tarafa gelince. Onlar da diyorlar ki: Biz sıfır sorun politikamızın işlemeye devam ettiği kanaatindeyiz. İç savaşın yaşandığı bir Suriye ve her an karışmaya hazır konumda olan bir Irak ile şu anlık yaşamış olduğumuz sorunlar politikamızın çöktüğü anlamına gelmez. Hem bundan 10 sene önceye bakalım isterseniz. Yaklaşık 10 sene öncesi komşularımızla olan ilişkilerimize baktığımızda Suriye ile her an savaş çıkma ihtimali ile karşı karşıya olduğumuz dönemlerin sıkılıkla yaşandığını görmekteyiz. Terörist başını Suriye’nin koruduğunu ve Suriye’nin PKK’ya açıktan destek verdiğini göz önünde bulundurursak şu son 6 ay hariç Suriye ile ilişkilerimizin uzun zamandır hiç olmadığı kadar iyi olduğunu görüyoruz. Irak’a gelince Saddam dönemi Irak ile Türkiye’nin yine arasının soğuk olduğunu görüyoruz. Kuzey Irak bölgesinde şu an itibariyle Türkiye’nin etkinliği açık. Yani Irak ile de ilişkilerimizin eskiye nazaran kötüye gittiğini söylememiz pek doğru...

Devamını Oku

Kısa Bir Öykü Gibi Hayat ve Ben

Hamza Furkan OĞUZHANManisa, 01.06.2012 Aşkın bittiği yerden geliyorum,Hüznün güldüğü,Kalemin ağladığı, Ağlarken anlattığı,Sevdanın yaşanmayanını biliyorum ben. Arkasına bakmadan giden dostluklardan geliyorum ben,Ağacın gövdesinden süzülen gözyaşlarını hissediyorum,Sabahın çiğisinin nemliliğini,Suyun yolunu bulduğu,Askerin insan olmadığı bir devirden geliyorum ben. Hayatımı özetliyorum ben,Kararlılığmın acısını,Kararsızlığımın yorgunluğunu,İnancımın yaşattığı mutluluğu,Her şeye rağmen seviyorum ben. Ağlamanın içindeki gülümseyişi,Görüyorum ben toprağın altındaki tohumun meyvesini,Hayat boyu öğrenmenin,Sürekli yenilenmenin,Sabit kalmadan yaşamanın peşindeyim ben. Peşindeyim ben,Çok hızlı geçen zamanın,Yakalayamasam da gözden kaybetmemeye çalışıyorum,En azından yolumda gidiyorum,Nereden geldiğimi, nereye gideceğimi, niçin olduğumu,Cevaplamaya çalışıyorum ben. İletişim:...

Devamını Oku

Son Günlerde Türkiye

Hamza Furkan OĞUZHANİstanbul, 06.03.2012   Fransa Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Mit ve Yargı arasında yaşananlar, Şike Davası, (4+4+4) eğitim sisteminin tartışılması vs. Son günlerin yoğun gündeminde öne çıkan başlıklar.Fransa’da Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar Fransa-Türkiye ilişkisinin daha da gerginleşmesini önlemiştir. Türkiye açısından ise sürecin yönetimi itibariyle zafer olmakla birlikte böyle bir konunun bu aşamalara kadar gelmiş olması açısından bir hezimettir. Fransa açısından Sarkozy’nin çöküşünün habercisidir. Türkiye konuyu burada kapatarak geçiştirmemelidir. Bu konuyu bir daha bu şekilde gündeme gelmeyecek bir şekilde çözmelidir. Mit ve yargı arasında yaşananlar çok farklı versiyonlarla dile getirildi. Her ne olursa olsun, ister dış güçlerin komplosu, ister iç dengelerin kızışması, hiç fark etmez. Bu sürecin Türkiye’ye zarar verdiği aşikar. Eğer bu süreçte dış güçler etkiliyse bunun önüne geçilmeli. İç dengeler etkili ise de Türkiye’nin ve tarih mirasının hep karşılaştığı gibi iç dengelerin birbirlerini kırmalarından dolayı zayıflayan tarih sahnesindeki devletlerimize bakmalı ve aynı süreçler tekrar edilmemelidir. Eğer varsa, taraflar birbirlerine verdikleri zararın Türkiye’ye yansıdığını görsünler. Gereksiz güç tartışmalarına girmesinler. Bu kimseye güç kazandırmaz. Aksine her kesime güç kaybettirmekle birlikte dış güçlerin ağızlarının sulanmasına neden olur. Suriye’de iç savaşla ilgili artık Suriye halkı tam bir direniş göstermek adına hazırlıklarını tamamlamakta. Türkiye ise bu sorunu çözmek için Rusya, İran ve Çin ile uluslararası görüşmeler yapmış, makul bir sonuç elde edememiştir. Türkiye, Suriye halkının Beşar Esed yönetimi tarafından öylece öldürülmesine göz yummayacaktır. Bu nedenle yaklaşık bir ay önce sınırdan Suriye’ye geçen...

Devamını Oku

Sevgi İle Korku

Hamza Furkan OĞUZHANİstanbul, 06.03.2012 Korku: Selamlar Sevgi! Sevgi: Selamlar! Korku: Nasılsın, İyi misin? Bu aralar pek görüşemiyoruz. Nerelerdesin? Sevgi: İyiyim, sağol. Evet, bu aralar bir duygusuzluk hissediyorum. Ondan oluyor herhalde. Duygusuzlaşan insanın yansıması bizi uzaklaştırıyor gibi. Aslında sevgi arayan her kalbe girmekteyim. Ama bazen seni geç görebiliyorum nedense. Korku: Evet, senden yoğun bir şekilde olmalı ki benden de olsun. Bilirsin, ben sevginin artışına göre yer bulurum. Sen büyümezsen bir kalpte ben pek giremem. Kapalıdır o kalbin odacıkları. Kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını düşünen insan gibi. Sevgi: Ben insanların hayata olan bağıyım. İnsanlarda hadsiz bir muhabbet arzusu var. Güzel neyi görseler sevmek istiyorlar. Korku: Ben de insanların tedirginliğiyim. Ben olmazsam bu insanlar zıvanadan çıkarlar. Sence beni de yaşamak isterler mi bu insanlar? Sevgi: Bilmiyorum ama ben büyüyünce senin de büyümen beni bazen o kadar korkutuyor ki. Sanki o korku, o insanın bedenine çok ağır gelip o bedeni yıkacakmış gibi geliyor. Korkusu sevgisine galip gelecek ve alıp götürecek, beni taşıyan bu kalbi diye çok endişe ediyorum bazen. Korku: Eğer bir bedende sevgi büyürse ben güçlenirim. Sevgi ile korkunun doğru orantılı olması ölümün hayat bulması gibi bir şey yani. Ne kadar çok severse o kadar korkar insan. Sevdiğini kaybetme korkusu girmiştir artık bedenine. Sevgi: Korku, sevgiyi besler. Korku olmazsa sevginin anlamı yok. İnsan sevdiklerinden ayrı kalmaktan korkmalı. Sevgi, korkuyu anlatmalı. İnsan en çok sevmesi gerektiği Rabbisine kavuşmamaktan korkmalı. Korku: Ne de güzel anlatıyorsun....

Devamını Oku

Umut İle İsyan

Hamza Furkan OĞUZHAN İstanbul,12.02.2012 Umut: Selamlar İsyan! İsyan: Hey! Napıyon sen burda. Benim işim varken bir bedende senin ne işin olur? Umut: Sen ne yapıyorsan, ben de onu. Vazifemi yapıyorum. Ben yaklaştığıma göre sen hükmedemiyorsun artık bu bedene. Ama bu kadar yakın olmamızı ben de anlamadım. İsyan: Hah! Şaşarım senin haline. Ben hükmedemiyormuşum. Ben hep hükmederim. Ben bu bedeni rahatlatırım, her şeye sayıp sövünce rahat bulur bu beden. En güzeli ve huzur vericisi benim. Öfkeyi ortaya çıkaran, ihtirasları meydana dolduran, varlığı inkara götüren benim. Umut: Sen öyle san. Benim varlığımın delili senin yokluğuna işarettir. Ben yaşamın sevinciyim. İnsanların uğrunda ölecekleri davalarda ışık olurum. Varlığım onlara güç verir. Senden uzak kalmalarına sebeptir. Herkes bilir, sen çirkinsindir. Huzur verir gibi gözükür can yakarsın. Sen ancak kendini aldatırsın. İnsanlar aldanabilirler ama umutlarını asla kaybetmezler. Gerçekten umutlarını kaybettikleri gün yaşamlarının anlamsızlaştığı gündür. İsyan: Niye ki, ya umuda isyan varsa. Hak olana ulaşamadığı için isyan ediyorsa insan, yine mi kötüyüm? Umut: Bak ha, bunu hiç düşünmedim. Ama isyan bana varlığa isyanı hatırlattığı için seni hep kötü tasavvur ettim. Yanlış mı ettim, ne dersin. Yoksa hak olana ulaşmada yapılan haykırışa isyan denmez mi acaba? İsyan: Bilmem ki. Eğer öyleyse ben karanlığa mahkum olmuşum demektir. Kim karanlığa mahkum olmayı ister ki. Umut: Bence umuda isyan olsa da bu varlığa isyan gibi olmamalı. Niyaz olmalı, yalvarmalı, yakarmalı ama haddi aşmamalı. İsyan: Nasıl yani! Umut: İnsan neticede. Gün gelir umut...

Devamını Oku

Sarkozy'nin Çıkışı ve Fransa'nın Çöküşü-2

Hamza Furkan OĞUZHAN İstanbul, 28.01.2012 Bu yazının ilk bölümünde Sarkozy’nin Libya’ya Nato’nun girmesinde öncü olduğundan bahsettik. Bu öncü olma durumunun ise kısa vadede Fransa için olumlu yansımaları olurken uzun vadede olumsuz yansımaları olacağından ve Fransa’nın çöküşünü hızlandıran bir etmen olacağından söz etmiştik. Libya’daki iç karışıklığa Nato’nun müdahalesi söz konusu olunca Fransa baş aktör olmak için elinden geleni yaptı. Dikkat çeken bir şekilde hep karar verici olan konumunda olmak istiyordu. Evet, kendine göre geçerli nedenleri vardı belki de. Fransız şirketlerinin Libya’daki etkinliği gibi. Sarkozy’nin Fransa’nın çöküşünü hızlandırma çalışmaları oldukça yoğun bir şekilde devam ediyor. Nasıl mı? Tabii ki Soykırımı İnkar Yasası çıkararak. Fransız Sarkozy iç siyaset gereği Türkiye’yi ezerek Ermeni vatandaşlarından oy toplamanın peşine düşmüş konumda. Ayrıca başkanlığının son dönemleri olma ihtimali de olduğundan “Türkiye’ye ne kadar darbe vurabilirsem iyidir” düşüncesinde. Adamın içine işlemiş Türkiye ve Müslüman düşmanlığı. Giderayak Türkiye’ye nasıl zarar verebilirim derdinde. Bir taraftan da gitmemek için çirkin siyasetin perde arkasında. Sarkozy kendi arzularını tatmin etme anlamında çok iyi işler yapmış olabilir. Ancak çıkartılan bu yasa ile Fransa’ya kendi elleriyle en büyük darbeyi vurmuştur. Fransa’nın (Sarkozy döneminde olmayan) itibarına gölge düşüren hareketlerdir bunlar. Temelde Avrupa’yı da etkileyecek olan bu tavırlar çökmeye yüz tutmuş Avrupa’nın içinde bulunduğu durumun vehametini ortaya koymaktadır. İnsan haklarına aykırı olduğu açık olan bir yasayı Sarkozy istedi diye geçiren bir meclisten ne beklenir ki. Fransa’da yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Fransa’nın bu yasayı kabulü Fransa’nın bir...

Devamını Oku

Davutoğlu Diplomasisi

Amerika Irak’a girdiğinde tezkerenin Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmemesinin ardından yaşananlar Davutoğlu’nu zor durumda bırakan durumlardı. Tezkereye karşıtlığı bilinen ve belki de tezkerenin geçmemesinde etkili olan kişilerden birisi.Amerika Irak’a girince Saddam sonrası dönemde Irak’ta söz sahibi olamayacağı düşünülen Türkiye beklenenin aksine Irak’ta etkinliğini ortaya koymuş ve sürece müdahil olabilmiştir. Tezkereye “evet” diyen bir başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve şahsi fikir olarak tezkereye karşı çıkan ve bunu sadece partisi içerisinde görüş olarak dillendiren bir Davutoğlu. Biri başbakan diğeri dışişleri bakanı. Ama farklı düşünebilen ve bu farklılığı açığa vurmaktan kendi içinde tartışmaktan çekinmeyen iki insan. Şu an Suriye’de yaşananlar ve Türkiye’nin ortak bakanlar kurulu zirvesi yapmaya kadar gelmiş bir ilişki halinden neredeyse çatışma yaşamaya kadar gelen son durum. Aynen Irak’ta olduğu gibi şu an Suriye’de yaşananlar Davutoğlu diplomasisinin aleyhine işliyor. Ama açıkça gözüken bir durum var ki Suriye’de rejim değişecek. Çünkü her geçen gün Suriye’deki durum Esad yönetiminin aleyhine işlemekte. Bizim burada temennimiz insanların zarar görmeden huzura kavuşmasından yana. Çünkü orada bir tarih mirasımız, orada akrabalarımız, orada Müslüman kardeşlerimiz ve orada insanlar yaşamakta. Suriye’nin huzuru demek Türkiye’nin huzuruna katkı yapmak demek. Davutoğlu diplomasisine son zamanlarda yaşanan bir örnekle değinelim. Davutoğlu’nun aktardığına göre önemli bir Avrupa ülkesinin dışişleri bakanı Sırbistan dışişleri bakanına, Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan üçlü zirvesinde Boşnak ve Sırplar’ın birbirlerine yakınlaşmasıyla ilgili şu sözleri sarf ediyor. “Biz size hep söyledik şimdiye kadar aranızı düzeltin diye. Bizi dinlemediniz. Ama 400 yıl geçmişte birlikteliğiniz...

Devamını Oku

2011 Dersimli (Tunceli) Küçük Ali

Ali henüz 7. Sınıfta derslerinde başarılı, zeki, alevi kültürüne yakın bir ailenin güzide bir çocuğu. 2011 senesi kasım ayının son demleri. Ali ve babası Hüseyin Bey arasında geçen tarihe ait Dersim Olayları ile ilgili konuşmalarına kulak misafiri olmak istedim. Hayali olan bu konuşmanın hakikatlerini paylaşmak istedim. Herkes kendi hakikatini bulmak istese de hakikat tektir. Bu tek hakikatte buluşabilmek ümidiyle Ali ile babasına kulak verelim.Ali televizyon açıkken haberlerde Tunceli’nin tarihine dair bir haberin olduğunu farkedince dikkat kesilmiştir. Evet dersim adı sık geçmektedir. Ali bu ismi çok duymuştur. Ancak bu isimden ailesinden pek bahsetmek isteyen yoktur. Ali de bu konuyu merak etmekte ama kimseye soramamaktadır. Çünkü bundan bahsedilince çehreler değişmektedir. Aslında dedelerinden ya da şöyle söyleyelim daha eskilerden bu konularda bazı acı şeyler işitmiştir ama işin aslını bilmemektedir. Babası ise nedense bu konudan hiç bahsetmemiştir. Bu dinlediği haberin sıcaklığı, Ali’nin merakını, ilgisini arttırmış bunun üzerine babasına sormaya karar vermiştir. Ali: Baba Dersim’den hani şu dedem yaşındakilerin ağlayarak bahsettiği ama senin hiç konuşmadığın yerden bahsediyorlar haberlerde. Kötü olaylar mı yaşanmış baba orada. Niye bu şekilde bahsediyorlar. Hüseyin Bey: Oğlum bunları söyleyenlere inanma. Onlar siyasetin yani senin anlayacağın çıkarın, faydanın peşindeler. İnsanları kandırmaktalar. Sen bil ki: Dersim, devletin yaşadığımız yerlere uyguladığı, o zamanın şartlarının gerektirdiği şekilde devletin iyiliği adına yapılan operasyonları içeriyor. Hem o zamanlar başımızda devletin bağımsızlığını ve milletin özgürlüğünü isteyen devletimizin kurucuları da vardır. Ali: Pekala baba, haberlerde dediler ki;  tarihte...

Devamını Oku

Vuslat İle Ayrılık

Vuslat: Selamlar Ayrılık. Nasıl gidiyor? Ayrılık: Nasıl olsun ayrılıklar hiç bitmiyor sana gün doğuyor. Ama sen gelince bana geldiğin yerden uzamak düşüyor. Sen gelmesen diyorum.Vuslat: Ben gelince insanlar seviniyor farkında değil misin? Ayrılık: Evet farkındayım. Ama ben gelmezsem de insanlar kıymet bilmiyor. Zaten ben olmazsam senin anlamın yok. Asıl olan benim sen benden sebepsin. Ben olmasam sen bir hiçsin. Vuslat: Doğru söylersin sen olmazsan ben olamam. Ama ben olmazsam da sen olamazsın. Biz birbirimize bağlıyız. Birbirimizden ayrı olamayız. Birbirimizin varlığının sebepleriyiz. Ayrılık: Yani ikimizin arasında da mı benden var? Vuslat: Galiba öyle. Ama bizimkisi en uzun süren Sen(Ayrılık) olacak. Bilinmez ne zaman son bulacak. Düşünmeyiz bile. Çünkü hem birbirimizi tamamlarız hem de birbirimize yakın olduğumuz kadar uzağız. Ben ne zaman yakınlaşsam sen oradan uzaklaşmaya başlarsın. Sen ne zaman yakınlaşsan ben oradan gitmek zorundayım. Hani bizimkisi zorunluluk biraz. Kaderimiz böyle yani. Ayrılık: Ben her yerde kendimi yaşıyorum. Ama sen bir yer hariç hep kendini yaşıyorsun. Ben hep aynı duyguyu yaşıyorum ama sen bana karşı seni değil beni yaşıyorsun. Bir tane de olsa tek de olsa sen farklı bir duyguyu yaşayabiliyorsun.Nasıl bir his söyler misin? Vuslat: Aslında ben de pek anlayamadım nasıl bir his. Çünkü senden sürekli ayrılık var benim için ama benden her yerde aynı. Benim adım vuslat. Ama bir tek sende tatmadım bu vuslatı. Ama ne denir ki işte hayat. Hayat varsa gerisi olur gider Ayrılık. Ayrılık: Yine gidiyorum...

Devamını Oku

Ölümün Hayatı-2

Ölüme ne kadar yakınsan hayata o kadar yakınsın demektir. Haşre inananların tekrar dirileceğine inandığı gibi ölüme yaklaşanlar eğer huzur içinde ölümü istiyorlarsa yeni bir hayata başlayacaklar. Hem de ebedi bir hayat.Ölümün hayatı yaklaşıyordu. Ölümü ile hayat bulacak bir devlet adamı ve devlet ölüme doğru yaklaşıyordu. Haşrin bir numunesi yaşanıyordu. Yazımızın devamında Türkiye’nin yakın tairihine göz atıyoruz. Buyrun beraber göz atalım. 2007 yılına gelindiğine Türkiye Cumhuriyeti izlediği politikanın doğruluğunu sınadı ve yoluna devam etme kararı aldı. Çünkü komşularla sıfır sorun ilişkileri ve tüm dünya ülkeleri ile iyi geçinen bir Türkiye dünya üzerinde değer kazanıyordu. Artık Türkiye bir çok devletlerin sorunlarının çözümünde baş aktör oluyor ve ekonomik gelişmelerde de baş sıralarda kendisine yer bulabiliyordu. Türkiye’nin bu ilerlemesine ister süper güç ülkeler Türkiye’nin elinden tuttu, çok önemli bir geçiş noktası olan Türkiye’de istikrar istedi deyin, ister devlet adamlarımızın yoğun gayreti ve emekleri deyin hiç farketmez. Değişmeyen gerçek Türkiye’nin her geçen gün büyüdüğü. Tüm bunlara rağmen Türkiye hala elinden geldiğince tüm devletlerle ilişkisini olumlu tutmaya çalışıyor ve elinden geldiğince ortamı germeden olayları çözmeye gayret ediyordu. Ta ki İsrail Devleti’nin bardağı taşıran Mavi Marmara saldırısına kadar. O andan itibaren Türkiye artık konumunu değiştirmeye başladı. Aslında bu beklenmedik bir şey olmamalıydı. Olmadı da. Çünkü bu bir zorunluluktu. Hem olayın gelişimi açısından hem de Türkiye’nin dünyadaki itibarı anlamında. İsrail devlet adamlarının yanlış yaptığı ve özür dilemesi gerektiği söylenerek İsrail karşıya alınmıştı. Gerekçeler insani ve uluslarası hukuka...

Devamını Oku

Ölümün Hayatı-1

Tarih ölümün hayatına çok defalar şahitlik etmiştir. Birçok devlet ölümüyle birlikte hayat bulmuştur tarih sahnesinde. Buna sayısız örnekler sıralayabiliriz. Aynı şekilde tarihte devlet adamları ölümleriyle birlikte hayat bulmuşlardır. Ölümü göze alarak korkmadan ilerleyerek hayat sahnesinde etkili olmuşlardır. Nasıl mı dersiniz?Tarihte ve hazır zamanda ortada olan bir gerçek var ki tarihte doğrular ve yanlışlar değişmektedir ve kim tarihin doğru olan yerinde durursa tarihe adını altın harflerle yazdıracaktır. Yani sürekli değişen dünyaya ayak uydurabilen bir tarih anlayışına sahip olabilemek demek tarihi doğru okumak demektir. Sebepler dairesinde devlet adamları ve devletler yerinde ve zamanında doğru hamleleri yapabilirlerse yaşam sürelerini uzatmış olurlar. Yakın tarihimizden örnekler verecek olursak tarihte birbirine ezeli düşman olan Fransa-Almanya şu an ittifak içindedirler. Evet azılı düşmanlar dost olmuşlardır. Birbirleriyle savaşmanın anlamının olmadığını gören bu devletler zor da olsa ittifak edecek noktaları bulmuşlar ve ittifak etmişlerdir. Çıkarları gereği belki bir dönem azılı düşmandılar şimdi ise can-ciğer kuzu sarması. Türkiye açısından olaylara bakarsak yüzyıllardır beraber yaşadığımız insanlarla birer birer düşman olmaya başlamışız. Özellikle 1900’lü yıllardan sonra etrafımızdaki hemen hemen tüm devletlerle ciddi sıkıntılar yaşamışız ve bunun bedelini de sürekli olarak ödemek durumunda kalmışız. Özellikle hem  ticari ilişkiler hem insani ilişkiler anlamında aynı coğrafyanın kardeş insanları birbirlerini düşman bellemişler. Yıkmak kolay olduğu için araya düşmanlık sokmak dış güçler için zor olmamış. Ama bir süre bir çok devlet adamımız bu düşmanlığın bize zarar verdiğini bile görememiş. Kurtuluş Savaşı’nı kazanmışız ama bu coğrafyadan soyutlanarak....

Devamını Oku

Türkiye-İsrail İlişkileri

Son günlerde Türkiye-İsrail arasında yaşanan olaylar hem iki ülkenin geleceği hem de Ortadoğu’nun geleceği açısından önemli. Bu yaşananlardan çıkacak sonuç bu coğrafyada yaşanan kaderin sebepleri olmaya namzet.En son yaşananlardan ve Mavi Marmara olayından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin İsrail Devleti’nden beklentilerini yerinde ve zamanında dile getirmesi ve söylediklerinin arkasında durması süreci Türkiye açısından olumlu bir gelişme olarak görülmektedir. Davutoğlu’nun ciddi tarih tecrübesi ve dış ilişkilerde tam anlamıyla olması gereken yerde durması Türkiye’nin elini güçlendiren en büyük etken. Çünkü Davutoğlu işini yaparken iki düşünen bir söyleyen ve tarihi süreçleri iyi okuyabilen bir insan. Söylediklerinin de sonuna kadar arkasında durabilen siyasetin ucuz laflarına düşmeyen her zaman ağırbaşlılığını ve edebli olmasını bilen bir siyaset adamı. Zannediyorum ki tarihin sürecini yaşanılan yerlerde görerek tecrübe etmiş bir tarihçi. Şimdi Davutoğlu faktörünü ortaya koyduktan sonra Türkiye-İsrail ilişkilerideki faktörleri ele alalım. PKK, Askeri anlaşmalar, Amerika, Batı, Türkiye’nin istikrarsızlığı, Arap coğrafyasındaki Batı ve İsrail etkinliği(özellikle Mısır), Türkiye’de asker-hükümet arasındaki ciddi fikir ayrılıkları ve askerlerin ülkeyi korumaktan ziyade darbe amaçlı çalışmaları İsrail’i Türkiye karşısında daha güçlü pozisyonda tutuyordu. Pkk’ya eskiden açıktan yardım edebilen ülkelerin çıkarları gereği Pkk’yı satması kendilerince girdikleri mücadelede Barzani ve Talabani’nin ikiyüzlü ülkelerin gerçek yüzlerini görmeleri İsrail’in Pkk kozunu zayıflatmıştır. Ama tabi ki bu zayıflama yeterli düzeyde olamamıştır. Ayrıca son zamanlarda yaşanan olaylardan sebep bu nasıl bir zayıflama diyenler olabilir ama bu köşeye sıkışan birinin durumdan kurtulmak için daha az gücüyle daha etkili işler yapmaya çalışmasına benzer...

Devamını Oku

CHP Baharı Yakın

Arap baharı olarak ifade edilen Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki gelişmeler halk kitlelerinin despot rejimlerden kurtulmak istediğinin açık bir göstergesidir. Şu zaman içerisinde artık böyle yönetimlerin ayakta kalamayacağı Arap dünyasında yaşananlarla sabit. Arap baharı olarak nitelenen bu olaylardan her yönetim kendine bir ders çıkarabilir. Türkiye’de bu yaşanılanları görerek bu rejimlerin yanlışlıklarından ders çıkarabilir ve içerisinde bulunduğu demokratik ortamı daha da demokratikleştirme anlamında gayret sarf edebilir.Artık günümüzde dünya içerisinde yaşayan bir toplumun diğer toplumları etkilememesi mümkün değil. Sınırların kalkmasının bile gündeme gelebileceği bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Türkiye 12 Haziran seçimlerinden %87’lik bir katılım oranıyla bir rekora imza attı. Hem dünya tarihi hem de kendi tarihi açısından. Diğer bir önemli nokta ise Ak parti’nin %50’ye yakın bir oy oranı alması. İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün sloganı ile yola çıkan Ak Parti ciddi bir başarı kazanmakla birlikte seçim sonrası yaşananlar istikrar anlamında kamuoyunu endişelendirdi. Seçimlerin ardından tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmaması durumu nasıl olduysa Türkiye’nin birinci gündemi oldu. İlk zamanlarda kamuoyunda milletin yaklaşık 85000 oy verdiği bir seçilmişi mahkemeler nasıl tutabilir havası estirildi. Herkes aynı şeyi konuşur oldu. Tutuklu vekiller serbest bırakılmalı ve hüküm giymiş kişi dahi serbest bırakılmalı dendi. Ama bunun doğuracağı sonuçlar hiç tartışılmadı. Her şeyden önce anayasal olarak hüküm giyen birinin vekil  adayı olamayacağı gibi bir durum varken insanların hele hele bazı gazeteci ve bazı hukukçuların bunu dillendirmesi enteresan. Yani kişiye özel bir muamele nasıl konuşulabilir! Tam da bu sıralarda CHP’nin tavrı...

Devamını Oku

Temiz Siyaset

Seçimler yaklaştıkça çokça telaffuz edilen ama günümüzde birbirine bir o kadar zıt iki kelime. Ama bu zıtlık kelimelerin fıtri yapısından ileri gelmiyor neyseki. Sadece günümüz insanının ona yüklemiş olduğu manadan ibaret bu zıtlık.Evet, inanır mısınız acaba! Bir gün gelecek ve Türkiye’de gerçekten temiz siyaset yapılacak. Ne dersiniz. “Hayalden öteye gitmez” diyenleri duyar gibi oldum sanki. Türkiye’de son zamanlarda en çok konuşulan mevzulardan bir tanesi de Türkiye’nin bir değişim geçirdiği. Demokratikleşme anlamında, insanileşme anlamında, insan haklarına değer verme anlamında. Bu konuşulanlar çerçevesinde bir tarafta bu değişime destek olanlar ve bu değişimi arzulayanlar var diğer tarafta da bu değişimi istemeyen, eski yapıyı muhafaza etmek isteyenler var. Aslında yaşanan değişim temiz siyaset adına bir umuttu. Çünkü bu değişim rüzgarının içine siyasetin değişimi de girebilirdi. Temiz siyasetten maksat ne olabilir acaba? Evet, önemli olan bu soruya cevap bulabilmek galiba. Temiz siyaset öncelikle siyasilerin davranışlarına göre ortaya çıkabilecek bir durum. Yani eğer siyasi liderler bu anlamda bir gayret sarf ederlerse bu birbirine uzak iki kelime samimi birer arkadaş olabilir. Her siyasi parti yaptığı icraatlar üzerinden propagandasını yapar ve karşısındaki siyasi partileri tahkir etmekten uzak durursa elbet istenilen siyaset anlayışı ortaya çıkacaktır. Bu anlamda şahsım adına bazı vekil adaylarında en azından bir tanesinde gördüğüm tavır beni sevindirdi. Diyor ki vekil adayı: ”Biz diğer siyasi partiler üzerinden propaganda yapmayalım. Kendi yaptığımız icraatları anlatalım bu bize yeter.” Evet, çamur at izi kalsın anlayışının son bulacağı nokta. M....

Devamını Oku

İstişareden İstihareye

Karar verme hayatın her anında, her noktasında işlerliği olan bir gereksinim. İnsan hep bir şeylere karar vermek zorunda. İyi, kötü, yanlış, doğru eksenlerinde… Kararsız kalmak ise en kötüsü. Hani derler ya “en kötü karar, kararsız kalmaktan daha iyidir” diye. Galiba bu cümleyi dışarıdan söylemek kolay. Fakat karar verilmesi zor bir durumda, işin içinde bulunan kişi için bu sözler bir teselliden öteye gitmeyebilir.Düşünüyorum artıları, eksileri,Vicdanım diyor bir türlü,Aklım diyor başka bir türlü,Hangisine yol versem bilemiyorum,Öyle ya da böyle bir karar veremiyorum. Tekrar düşünüyorum, ama kaldım yine bikarar,Bilmem ki beni kimler anlar,İnanıyorum geçecek bu zor zamanlar,Eğer istişareden istihareye gidersem,Hayra inkılap edecek bu dağdağalar. Bir işi yaparken bu işi ehline sormaya istişare denir. Yani bir işe girişmeden evvel başkalarının fikirlerini almaktır istişare.İstişare insana bir şey kaybettirmez. Sadece karar vereceği noktada insana daha geniş bir bakış açısı sunar. Dolayısıyla olaylara bizim göremediğimiz ama başkalarının görebildiği açılardan bakabilmemizi sağlar. Bir kumandan ki savaşlarda hiç yenilgi yüzü görmemiş. Sorarlar bu kumandana: “Bu yenilgi yüzü görmemenin bir sırrı var mı?” Cevap verir kumandan: “Hiçbir savaşa istişare etmeden çıkmadım. Sonuçta hep muzafferiyet oldu.” Evet, bir işe karar vermeden birilerinin özellikle de bu işte salahiyetli (uzman) kişilerin fikirlerini almaktan daha makul ne olabilir. Ama olmaz, nefis illa da kendi bildiğini yapmak istiyor değil mi! Ne yapacaksın başkalarına sorup da. Ne de olsa en doğrusunu ben bilirim anlayışı bizim yaşamımızda bize her zaman rehber olmuştur. Nasıl bir rehberse enaniyeti...

Devamını Oku

İnsan ve Nisyan

Zaman nasıl da geçiyor farkında değil insan. Acaba aranızda ortaokul birinci sınıftayken neler yaptığını, nasıl bir çocuk olduğunu düşünen var mı? “Nasıl bir çocuktum ya” edasıyla. Yoksa yarın hangi faturayı ödeyeceğimizi mi düşünüyoruz. Ya da hangi işi nasıl yapsam diye mi. Geleceğimizi düşünürken geçmişimizi ne kadar hatırlıyoruz? Geçmişimizi unutmadan geleceğe ışık tutabiliyor muyuz?Hangi köyde doğduk. Hangi toprak evin içinde. Ebesi bile olmayan köyün yaşlı kadınlarının elinde. Şu an geldiğimiz noktada nereden nereye geldiğimizi kaçımız görebiliyoruz. Ha belki aramızda şehirde dünyaya gelmiş, çok lüks bir hayat yaşayanlar da vardır. Elbette onlar da kendilerine bahşedilen güzellikleri düşünüp bulundukları durumun kıymetini anlamaya çalışabilirler. Köyden kente göçün sonuçları neler kazandırdı bizlere. Yoksa neler kaybettirdi mi demeliyim! Tabi ki bunlar her şey kötü gidiyor tarzında yaklaşımlar değil. Sadece kendimizi sorgulama mekanizmalarımızın çalışıp çalışmadığını kontrol edebilmek. Bir hafta sonuydu. Memleketimde o hafta sonu için köye gitmemiz icap etmişti. Tabi ki büyükleri ziyaret etmekti maksat. Ama nasılsa ziyaretten bulduğum bir fırsatta bahçede bulmuştum kendimi. İlkbaharın tüm güzelliği bahçeyi süslemişti. Sonra, bir an bulduğum bir ağaç takozun üstüne oturdum. Karıncaları izlerken toprağı farkettim. Evet toprak bana bakıyordu ben de ona. Sonra toprağa bu kadar yakın olunca toprağa dokunayım ve üzerimdeki negatif enerjiyi boşaltayım dedim kendi kendime. Sonra düşündüm de, en son ne zaman toprağa dokunmuştum. Aslım topraktı ama toprağı unutmuştum. Vay be! Dedim. Beton yığınların içinde topraktan çok uzak olmuştum.  Aslında koca koca beton yığınlarının beni ne...

Devamını Oku

Suriye’den Dünya Kamuoyuna Yansımayanlar

Arap dünyasındaki yönetim anlayışına halkın göstediği direnç üst düzeyde kendini göstermeye başladığında bu direncin benzer yapıdaki yerlere sirayet edeceği aşikardı. Mısır bir anda dünya kamuoyunun gündeminde buldu kendini. Halkın istekleri Mübarek’in nezdinde gereken yeri bulmuyordu. Değişim zor görünüyordu. Böyle bir ortamda en önemli hale gelen unsur asker unsuruydu. Yani aslında kilit nokta; askerin ne tavır göstereceğiydi. Mısır’da yaşanan olaylar adeta Suriye’de yaşanacakların habercisiydi. Suriye’de halkın gösterileri başlamazdan evvel Esad yönetimi reformlar yapacağını açıkladı. Ama ne zaman ve nasıl yapacağı hakkında herhangi bir bilgi yoktu. Bu nedenle halk isteklerini her geçen gün daha yüksek sesle duyurmaya başladı. Anlaşılamayan entrikalar dönüyordu devletin zirvesinde. Yönetim uzun süredir tutuklu olanların serbest bırakılacağını açıkladı. Çok geçmeden, bu açıklamanın hemen arkasından birkaç saat önceki açıklamaya düzeltme gelmişti. “Biz serbest bırakıyoruz demedik, serbest bırakmayı düşünüyoruz dedik.” Bu durum yönetimdeki anlaşmazlığın açık bir göstergesiydi. Söylenen o ki Beşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad değişime hiç tahmmül edemiyordu. Mahir Esad askeri gücü elinde tutuyordu. Dolayısıyla güç onun elindeyken Beşar Esad’a da kafa tutabiliyor ve istediği gibi at koşturabiliyor. Yaklaşık bir hafta önce ortaya çıkan Suriye İstihabarat’ına ait bilgiler Suriye’de değişimi isteyen halk kitlelerinin eline düşmüştü. Bu belgelerde Suriye’de ki durumu biraz olsun gerçekçi bir şekilde görebilmeyi sağlayacak veriler bulunmaktaydı. Arapça metinden çevirerek bilgileri verelim. Hazırlanan belgelerde 3 ana madde üzerinden detaylara girilmiş. Burada detay maddelerden önemli olanları ve 3 ana maddeyi verelim. 3 ana madde ile alınan önlemler güvenlik,...

Devamını Oku

Menderes mi, Özal mı, Erdoğan mı?

Osmanlı padişahları içerisinde Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman arasından niçin Fatih Sultan Mehmet’in ön plana çıktığını anlatmaya çalıştık. Bu durumu Türkiye Cumhuriyeti için düşündüğümüz de Menderes mi, Özal mı, Erdoğan mı hangisi ön plana çıkan lider olur diye sorumuza devam ettik.Menderes’in, o dönem içerisinde mevcut tek parti yönetim anlayışının dışına çıkarak yaptıkları, bir milattı. Yaptığı işlerin demokratik ve halka yönelik olması çok önemliydi. Böylece halkın desteğini arkasına alan Menderes Başbakanlığa kadar yükselmişti. Devletin yeni yapılanmasında kendisine yer bulamayanlar bu durumu hazmedemediler.   Değişime karşı olanlar, halkın varlığını benimsemeyenler Menderes’in icraatlarına engel olmak için ellerinden geleni yaptılar. Adnan Menderes’in, karşısındaki değişime ayak direyen bu gruba karşı söyledikleri, durumu çok sarih bir şekilde ifade ediyor diye düşünüyorum. Menderes’in ifadeleri aynen şöyle: ”Milletin olan her güzel şeyden birisini dahi benimsemek faziletini gösterdiler mi? Hayır. Aksine olarak her muvaffakiyeti bir felaket, her güzel ve muhteşem eseri bir zarar diye göstermek için nasıl çırpındıklarını milletçe bilmiyor muyuz?” Menderes içinde bulunduğu durumu bu şekilde ifade etmekteydi ve tarih bunları not etmişti. Menderes tek parti anlayışına karşı durmuş, senelerce zorla aslından uzak olarak okutulan ezana son vermiş ve halkın egemen olduğu bir devlet anlayışı için gayret sarf etmiştir. Menderes bu yaptığı icraatlara karşılık idama mahkum edilmiştir. Evet, Türkiye Cumhuriyet’i Başbakanı maalesef idam edilmiştir. Sene 1960. Çok uzak bir zaman değil. İletişimin çok geri olduğu bir zaman hiç değil. Herkesin gözü önünde bir...

Devamını Oku

Sarkozy’nin Çıkışı ve Fransa’nın Çöküşü

Gündemdeki olaylara bakınca dünyada her an enteresan olayların gerçekleştiğine şahit olmaktayız. Bir yerde iç savaş, bir yerde halk ayaklanması, bir yerde deprem ve arkasından gelen tsunami  gibi olaylar. Dünya gündemi ne kadar yoğun değil mi?Gündem yoğunluğu bitince ve sular durulunca şu an kazandığını ve önemli bir güç elde ettiğini zannedenlerden hüsrana uğrayacak olan bir tanesi var ki; o da Nicolas Sarkozy’dir. Tabi ki Sarkozy’e paralel olarak da Fransa. Dışarıdan Türkiye, Libya hadisesinde tutarsız ve kararsız davrandı diyenler kendi tutarsızlıklarını görmek istemiyorlar. Ama bu kendi görmek istemedikleri işleri dünya görmektedir. Nasıl ki Fransız Sarkozy, geçmiş yıllarda Kaddafi ile görüşmelerinde Kaddafi’yi bir diktatör olarak görmediğini söylemiştir. Libya ile ilişkileri geliştirmek için Kaddafi ile görüşmesinde ne yapılması gerekiyorsa yapmıştır. Ama birden ne olduysa Libya lideri Kaddafi bir anda onlar için düşman oluvermiştir. Bunlar bir anda olacak şeyler değil. Şu an her ne kadar ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsünün öncülük ettiği söylense de garip bir şekilde Fransa’nın çok aktif olma isteği olduğu görülmektedir. Fransa bu durumdan fayda sağlamak istemekte ve kendince bunu da belli ölçülerde başarmış durumda. Ama Fransız Sarkozy’nin göremediği bir gerçek var ki Libya’daki sorunlar çözülmeye başladığında, Libya halkı ve dünya halklarının Fransa’ya  bakışının ne olacağı. Tabi ki bu halklar Fransa’ya olumlu bakacak değiller. Bir ülke ne kadar sıkıntıda olursa olsun sorununu kendi içinde çözmek ister. Her ne olursa olsun dışarıdan ellerin iç işlerine uzatılmasını istemez. Bu da Fransa’ya karşı negatif...

Devamını Oku

Fatih Sultan Mehmet mi, Yavuz Sultan Selim mi, Kanuni Sultan Süleyman mı?

Başlıkta adı geçen padişahlardan sizin gönlünüzde hangisi daha fazla yer etmiştir diye sorsam tabi ki çeşitli cevaplar çıkacaktır. Çünkü herkesin kişisel özellikleri veya yaşantısı sebebiyle kendisine yakın bulacağı kişi değişebilir. İsterseniz tercihlerinizi yorumlarda ifade edebilirsiniz, bu şekilde yazımızı destekleyecek veya negatif anlamda eleştirecek katkılarda bulunabilirsiniz. Ben inanıyorum ki çoğunluk Fatih S. Mehmet diyecektir. Evet, aynen böyle diyecektir. Şimdi neden böyle olduğunu irdeleyelim. Öncelikle şunu söylemek gerek ki Fatih S. Mehmet bir çağ açıp çağ kapayan bir liderdir. Ayrıca dini donanımıyla da Müslümanları etkileme açısından ön plana çıkmaktadır. Aslında Osmanlı padişahlarının birçoğu bu anlamda birbiriyle kıyaslanamaz. Ancak Fatih S. Mehmet Peygamber(S.A.V)’in hadisine mazhar olmuştur. Arap önde gelenlerinden duyduğum (Kamboçyalı) bir ifade aynen şu anlamdaydı. “Ben sizi övmeyeceğim, çünkü siz zaten övülmüşsünüz. Peygamberin övgüsüne mazhar olmuşsunuz, sizi peygamber övmüş.” Bu sözler şu hadise binaen söylenmiştir: “İstanbul bir gün mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Bu açıdan baktığımızda Fatih Sultan Mehmet ön plana çıkmaktadır. Ama şunu da unutmayalım ki Yavuz Sultan Selim de Mısır seferinde Sina çölünü aşarken bir ara atın üzerinden inmesi ve saygılı bir vaziyette yürümesi üzerine o çöl sıcağında, geçilemeyen çöl topraklarında şaşıran ordu askerleri adına Hasan Can Yavuz’a niçin böyle yaptığını sorar. Yavuz Sultan Selim çok manidar bir cevap verir. “İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz Hasan Can?” Yani böyle bir...

Devamını Oku