Yazar: makaleyarismasi

Biz Amerikalı'ya Hayran Amerika'lı Bize

Osmanlı Devleti’nin en uzun süre tahta kalan padişahı Kanuni Sultan Süleyman Avrupalıların en çok örnek aldığı kişilerdendir. 1930’larda Amerika ve İngiltere tarafından bir heyet gelerek Osmanlı Devleti’nin Kanuni döneminde olan kanunlarını incelemiş hatta Kanuni’yi ilk Anayasa’nın yapımcısı Hammurabi’den daha üst bir kefeye koymuştur.George Washington tarafından Amerika’nın kuruluşundan sonra yapılan Temsilciler Meclisi’ne 1945 yılında yenileme ve düzenleme çalışmaları için gelen bir heyet tarafından dünyanın en büyük 23 kanun yapıcısının büstünü koymayı kararlaştırmıştır. Bu karar ABD Kongre Meclisi tarafından onaylandı. Bunun ardından Colombia Tarih Derneği, Pannsilvania Üniversitesi ve ABD Temsilciler Meclisi Kütüphanesi titiz çalışmaların ardından Kanuni Sultan Süleyman ve 22 kanun...

Devamını Oku

Dün Bugün ve Yarın Adli Yönetimlerin Siyasileşmesi

Bundan takriben onbeş yıl kadar önce bir siyasetçiyi mitingde şiir okudu diye hapse attılar. O da hapisde açıklı bir şiir kasedi doldurdu. Onun siyasi görüşüne bile güvenmeyen insanlar her akşam onun şiir klibini seyredince onlar bile üzüldüler. Demokrasi bu mu diye sorunsallaştırmalar oldu o zamanlar medyada.Bugün kendisi ve onun siyasi yandaşları yargıyı siyasallaştırarak her türlü atı kendi padoklarında koşturmaya başladılar. Kendilerinden olmayan insanlara her türlü zulmü reva gördüler. Mahkemede bir yakınınız yoksa yandınız bu aralar. Çünkü en basit davaların savcılık soruşturmalarının altında bu malum adamın isminin baş harfleri yazıyor. Kinaye olsun diye söylemiyorum. Gerçekten evrakın altında isminin baş harfi yazıyor. Kendisi ülkenin geleceğiyle oynaya dursun. Dünya siyasi tarihi farklı bir yöne gidiyor. Avrupa, Amerika ve Asya Pasifik ülkeleri yeni petrol aforizmalarına karşı ne gibi tedbirler alınması gerektiği üzerinde kafa yoruyorlar. Biz ise bir ayağı çukurda paşalar ve kalemi kırık yazarlar ve gazetecilerle uğraşıyoruz. Dün adli yönetimler farklı bir eksende siyasileşmiş ve Şubatın o ay 29 çekmemesinden faydalanmıştı. Bugün ise adli yönetimler Mart ayının kazması ve küreğinin sapını nereye sokacaklarının hesabını yapıyorlar. Millet gelene ağam gidene paşam ya da tam tersi diye dursun. Petrol savaşları daha başlamadı dersek yeridir. Asıl hengame yakında kopacağa benziyor. Son model lüks otomobillerle gezen siyasi umum erkan ve zevat bugün motorine 13 kuruş zam geldiğinin farkında mı acaba? Ben farkındayım. Çünkü en son on beş liralık motorin aldım. Yarın on beş liraya kaç litre motorin...

Devamını Oku

Patent ve İnovasyon Nedir, Nasıl Yapılır?

Patent değildiğinde aklıma ilk olarak koruma sahip çıkma geliyor. Patent ülkemizde yeni yeni öğrenilen ve değerinin farkına varılan bir kavramdır. Ürün veya fikir sahibine bulduğu fikire, ürünün satışı pazarlanması, çoğaltılması ve bir benzerinin üretilmesi gibi alanlarda ayrıcalık getiren resmi bir belgedir. İnovasyon sürecini genel hatlarıyla tanımlarsak patent – bilgi işleviylede her aşamada işletmeciye (patrona) yardımcı bir kavramdır. İnovasyon ingilizcede fayda sağlayan yenilik buluş anlamındadır. Örneğin fikir oluştururken patent bilgi kaynakları ilham kaynağı olarak kullanılabilir.Patentlerin genel bir görevi vardır, o da var olan bilgiyi topluma doğru aktarmaktır. Bu görev ise buluşların patent dökümanlarında detaylı bir şekilde açıklanması teknolojinin mevcut durumunun tanımlanması ortaya koyulan problemlerin üstesinden nasıl gelindiğini detaylı bir şekilde anlatılmasıdır. Türkiye patent uygulaması istatistiklerinde maalesef avrupa ve amerika ülkerinin bir hayli gerisinde kalmıştır. Fakat inanıyorumki hem bireysel hemde toplum olarak patent ve inovasyonun bize kattığı değerin farkına vararak bilinçli bir büyüme gerçekleştireceğiz. İnovasyon, girişimcilik ve patentin herkese mutlaka artı değer katacağı ekonomimize fayda sağlayacağı bilinmelidir. Herkese sağlıklı, mutlu, yenilik dolu günler diliyorum. UĞUR AĞIRGÖL tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Türkiye'de Eğitim Sistemi ve Çözüm Önerileri

EĞİTİM NEDİR? Eğitim, bireyin doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan ve politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, tanımının yapılması zor bir kavramdır. Evet, kitap tanımı zordur, eğitimin.Tanımdan da anlaşılacağı gibi eğitim çeşitli olguları içinde barındırır. Tabii bu olgular ve bunların işleyiş biçimleri ülkeden ülkeye farklılık gösterir. Her ülke bu olgular içinde kendi eğitimini, eğitim tarzını yaratmıştır.ÜLKEMİZDEKİ EĞİTİM SİSTEMİ, SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Öncelikle ülkemizdeki eğitim sisteminden bahsetmek istiyorum sizlere. Her ne kadar daha sonradan 5+3=8 yıl zorunlu eğitim gibi görünse de ben bunları ayırmak istiyorum. İlk 5 yıl ilkokul olarak adlandırılır. Daha sonraki 3 yıl ise ortaokuldur. Daha sonra 4 yıl ortaöğretim (bazı liseler hariç) ve 2-4 senelik üniversitelerimiz mevcuttur. Liselerimize ilk önce 8. sınıfın sonunda OKS denilen 2 saatlik bir sınav sonucu yerleştiriliyordu öğrenciler. Ancak daha sonra SBS denilen ve 6. 7. ve 8. sınıflarda düzenli olarak uygulanan bir sınav getirildi. Bu sınavlar sonucunda öğrenciler Anadolu, Fen, Meslek lisesi gibi çeşitli liselere yerleştirilirler. Üniversiteye geçiş sistemimiz ise en başlarda ÖSS-ÖYS olarak uygulanan, daha sonra ise YGS-LYS adı verilen sınavlarla uygulanmaktadır. Peki  bu sınavlar nedir, ne değildir, sonuçları nelerdir? Öncelikle liselere geçişteki sorunlarımızdan bahsetmek istiyorum. Maalesef Türkiye’nin her yerinde öğrencilerimiz aynı kalitede eğitim alamıyorlar. Yeteri derecede sınavlara hazırlanamıyorlar. Hatta ve hatta 8. sınıfın sonunda hala okuma-yazma bilmeyen öğrencilerimiz var ne yazık ki. İşte bu yüzdendir ki ‘’dersane’’ adı verilen ticarethaneler buradan çıkmıştır. Öğrencilere okullarında alamadıkları...

Devamını Oku

Ayakkabı Seçerken Nelere Dikkat Edilmeli?

Ayak sağlığımızı korumak için ayakkabı seçiminiz önemlidir. Yüksek topuklu ayakkabılar almamaya özen göstermeliyiz. Yüksek ayakkabılar diz ağrılarına, ayak burkulmalarına yol açmaktadır. Birçok buna benzer rahatsızlık ameliyat ile sonuçlanmaktadır.Ayakkabı alırken ayakkabının rengine, görünüşüne değil, ayağınızın rahat edeceği bir tercih yapmanız gerekiyor. Sivri burunlu, yüksek topuklu ayakkabılar bir çok ayak rahatsızlığına yol açmaktadır. Seçtiğiniz ayakkabının içinde ayağınız hava almalıdır. Ayağınız ayakkabının içinde hava almıyorsa ayak kokusu gibi rahatsızlıklar görülebilir. Ayakkabı alırken, ayak sağlığınız için dikkat edilmesi gereken hususlar; – Ayakkabı alacağınız zamanı akşam olarak seçiniz. Bunun sebebi ise, ayaklarınız yorgunluktan akşama doğru şişer ve genişler. Akşam üzeri alınan ayakkabı gün içinde daha rahatlık hissi verir. – Alacağınız ayakkabıyı iki ayağınıza giyerek deneyiniz. Çoğu bireyde iki ayağının boyu ve genişliği farklılık gösterir. – En uzun ayak parmağınız ile ayakkabının arasında yarım santim boşluk olmasına dikkat ediniz. ERHAN TEZEL tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Anne O Zaman Sen Ölsene

Kırkbeş yaşındaydım. Boyum 1.65, kilomu hatırlamıyordum. Sabah, öğlen ve akşam avuç dolusu ilaç alıyordum. Hastalığım için aldığım ilaçlar başka rahatsızlıklara sebep olduğu için ayrı ilaçlar. İşin kötüsü her biri başka rahatsızlıklara ve sorunlara neden olan bir sürü ilaç. Tenim, nefesim rahatsız edici bir şekilde ilaç kokuyordu. Aldığım ilaç sayısı arttıkça her geçen gün sanki asıl tedavi olması gereken hastalığım için aldığım ilaçlar daha etkisiz hale geliyordu. Dudaklarım kuru, hissiz ve buruşuk. Kollarım ve bacaklarım incecik ellerimin üzerinde damarlar belirgin ve yaşlı görünüyordu.Bu durumun bir de psikolojik tarafı var. Sabah yataktan kalkıp evin içinde akşamdan kalma alkolikler gibi dolaşıyordum, bu arada unutmadan,  benim o günlerdeki sabahlarımın saati öğleden sonra iki ya da üç gibi oluyordu. Dayanılmaz ağrılarım ve avuç dolusu ilacın yarattığı yan etkilerden sabaha karşı aldığım sakinleştirici ve antidepresanlarla uyuyabiliyordum. Kalkınca amaçsız, ağız tatsız, keyifsiz ve zevksiz sadece nefes alıyordum. Onbeş ve onsekiz yaşında iki oğlum var. Eşim; ben hastalandıktan sonra çocuklara hem anne, hem baba oldu. Bir yumurta kırıp pişiremeyen adam, işten gelir gelmez direk mutfağa geçip dolaptan pişireceği yemeklerin malzemelerini hazırlayıp, üstünü değiştirmeye yatak odasına gider oldu. Yatak odası… Beş yıldır yatak odasında yatmıyorum, oturma odasındaki üçlü koltuk neredeyse şeklimi aldı. Koca beş yıl. Koca beş yıl gittiğim tek yer hastane ve eczaneydi. Ne kimseyle görüşüyor ne de gelmelerini istiyordum. Her geçen gün kendimi daha kötü hissediyordum. Vücudum hiçbir şekilde tedaviye cevap da vermiyordu. Bir kısır döngü...

Devamını Oku

Her Diploma Eğitim mi Demektir?

Hep, hep diyoruz eğitimli insan, okumuş insan, eğitim sadece okumak mıdır sizce? Eğitim okul öncesinde başlamaz mı? Çocuklarımız daha okula başlamadan, onlara kibar olmayı, yanlışı, doğruyu, insanlar ile uyumu, dürüstlüğü, sevmeyi, sevilmeyi, olumlu, olumsuz her şeyi okul öncesi bizler öğretmiyor muyuz? Zengin oluyoruz ama farkında olmadan, zaman içinde fakir oluyoruz, o zaman elimizdeki şeylere karşı hayat bizi eğitiyor.İşimiz oluyor, sonrasında kaybediyoruz bu süreçte de birçok şeyler bizi eğitiyor, çok sevdiğimiz dostumuzu çok severken birden sırt dönüşü bizi bir dahaki kuracağımız dostluğa karşı eğitmiyor mu? Plansız yapılan harcamalar sonunda, çok mağdur oluşumuz planlı harcamak konusunda bizleri eğitmiyor mu? Yaşamımızın her alanında okul, iş, aile, insanlar, ilişkiler, kaybedişler, kazanımlar ölümler ve doğuşlar sevinçler, mutsuzluklar karşısında edindiğimiz tecrübeler birer eğitim değil midir sizce? Eğitim hayatta edinilen tecrübeler karşısında yoğuruluşdur. Tecrübedir. Adam olmaktır, doğruluktur, dürüstlüktür hak ettiğin  yerde layikiyle olmaktır. İnsan psikolojisini anlamaktır, insanları sevmektir, ne kadar diploma sahibi olursak olalım yukarıda saydıklarım yoksa bir diplomatta o zaman ne önemi var eğitimin? NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Sesimiz Ne Zaman Duyulacak

Bizler toplum olarak sesimizi nasıl duyuracağız. Evladı şehit olmuş bir anne düşünün, ne zaman gözyaşları dinecek, töre cinayetlerine kurban olan onlarca anne, babasız kalan çocuklar, ekonomik şartlar yüzünden okuyamayan ve çalışmak zorunda kalan boynu bükük çocuklar, ihanete uğramış mağdur kadınlar, her sabah kalktığımızda karşılaştığımız yeni, yeni zamlar, vergiler, işsiz kalıp ödeyemediğimiz kiralar, faturalar, istenmeden mağdur oluşumuz, elimizde diplomamız olupta halen daha bir yerlerde çalışıyor biz olmamız gerekirken, bu görevi sadece adamı olanların yapması, bir komşumuz tarafından uğratıldığımız mağduriyetimiz.Bizler bireyler olarak ne zaman sesimizi duyurabileceğiz. Sesimizi duyurabilmek, hayatın bizlere sunduğu acı, sınavlardan sonra mı biz sesimizi duyurabileceğiz. Hayat mı yoracak hamurumuzu. Çağdaşlaşmış bir dünyada halen daha savaşların ne işi var, zengin ve fakir olarak ayırt ettiğimiz bir ucunda da dışlanmış bir insan psikolojisini unuttuğumuz, sesini duyurabilmek için yürüyen, grev yapan memurlar, işçiler kaldıramayacağımız kanunlar, kurallar, bir yanda zengin biryanda sadece bir asgari ücret ile geçinmeye çalışan ve aynı ekonomide çalışan insanımız. Ürününün karşılığında hak ettiğini alamayan köylümüz bizler ne  zaman duyurabileceğiz sesimizi. Aynı dünyada yaşıyoruz ama bireyler olarak halen daha sesimizi duyuramıyoruz, oysa insan olarak pekiştiğimiz tek çizgi doğum, yaşam ve ölüm değilmi? NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Tarhana Yediğin Günleri Unutma

Eskilerden söze başlamak istersek babam, anam her zaman zor şartlar doğumumu anlatılır – Seni  Pehlivan Sülümanın  karısı Fatme ebe doğurttu– Ocaklıkta kara bakır, altında da harıl harıl bir ateş…Kaynak suda ellerini önce güzelce ne yıkarmış ebemiz. Büyük peşkirler her zaman yanında hazır bekletirmiş – Oda sıcak dışarıda ayaz mı ayaz bir hava aylardan da kasım…  fakat bir sorun  var ebe diyor bebeğin kafası kocaman  naa gaz tenekesi kadar– Dışarıda bir çift öküz koşulu benim doğumumu  bekliyormuş Her an bir aksilik halinde anam, şehre götürülebilirmiş. Sağ sağlım nihayet piyasaya çıkmışız… Bu İlkel usullerin hepsi geride kaldı zamanla devletimiz köyümüze de el attı.Tam tarihini hatırlamasam da 1970 yılların ortasında sağlık evi yapılıyor. Zamanla Ebeler gelip geçiyor. Fatma ebe, Şahsine ebe, daha sonra yine bir Fatmagül ebe geliyor. Hizmetlerini bizden hiç esirgemediler sağ olsunlar.  Ha bu arada  iğneci Samettin(çavuş) agayı, İmam Fahrettin agayı  hepsinin tabii ki sağlık alanındaki değerli hizmetlerinden her zaman  faydalandık. Eskilerden söze devam etmek gerekirse, eskiden çay bile hayatımız için çok çok lükstü.. – Alamanyadan getirilen çayın, kara bakırda bez içinde kaynatılıp konserve kutusuyla içtiğimiz günleri hatırlarım … Çay güümü nerdeee… Bu arada tarhana çorbasını da hiçbir zaman unutmamak lazım… Tarhana çorbası kış çorbasıdır. Pişirmeden önce suda çözülmesini beklersin.. Küçükken en sıkıldığımız iş; saatlerce tarhanayı tahta kepçeyle karıştırmaktı. Topaç kaldımı  dayak kaçınılmaz  olur her an bir vukuat olabilirdi… Kahvaltıyı tarhana çorbasıyla yapardık. Arada sırada kaçamağı da unutmamak lazım… ama...

Devamını Oku

Tayakadın ve Benim Eksikliğim

Bu köyde bu topraklarda dünyaya geldim. Bu köyün ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, havasını solumuştum. Yoksulluk içinde büyüdüm. Babam yetim kalmış  fakirlik çekmiş, bir sürü çocukla anası tek başına zor günler geçirmişti. Rahmetli ninem senelerce kızanlarına tek başına bakmış, yeri gelmiş bir sini kaçamağı on kişi paylaşmıştı. Yeri gelmiş aç yatmışlar, her türlü zorluklarla mücadele etmişlerdi. Paylaşmayı, sevgiyi ve sabırlı olmayı hayat onlara öğretmişti.Çocukluk yıllarıma baktığımda bizim evde fakirliğin yanında eksik olan bir şey daha vardı sevgi. O senelerde ve daha sonra ev de küfür (sövme, sayma) eksik olmaz, devamlı sinir harbi yaşanırdı. Gerçek sevgiyi paylaşmak, dostluğu paylaşmak hiçbir zaman kısmet olmadı,  yıllar sonra anladım… Kardeşin, kardeşi kıskandığını, hayat hakkı tanımadığını, bencilliğin ve her olaya karşı duyarsızlığını gördüm. Miras kavgaları; ömür boyu kardeşlerin arasının açılmasının ve bozuk kalmasına neden olurdu. Hatta birbirlerinin hastalığına ya da ölümünde cenazelerine gitmeyen insanları gördüm. Yanı başımız da dip dibe yaşadığımız komşularımızdan kalben kilometrelerce uzak,  ilişkimizde çok zayıftı. Bir mal kavgası, bir arsa kavgası mala karşı aşırı heves, malı mülkü bütün insani değerlerin üstünde görme sevdası… Hiçbir zaman bizim ailede de bitmezdi. Oysa bir amansız hastalık, ölüm her zaman ensemizdeydi,  bunu bizler unutmuştuk. Komşularla birbirimize selam vermeye dahi çekiniyorduk. Adamı mal varlığına göre değerlendirme hırsımız, akrabalığa göre değerlendirme ön plana çıkmıştı. Bir kişi devamlı bir şeyler veriyorsa iyi kişiydi. Sevgi, komşuluk ikinci plandaydı. Açıkçası köyde bir laf var donuk (soğuk) bir kişilikteydik ya da karşımızdakini...

Devamını Oku

Meleğimi Öldürmüş Şey-Tan

Kim var ki; Şu koca dünya da senden başka sana yakın olan? Ben yalnızım tek ben yalnızca ve sadece ben… İnsan hep kazık yemektense bir başına kalmayı seçiyor. Herkeste bir sahtelik ne bu çaka, çalım anlamıyorum. Ya o maskelere ne demeli? Yüzümüze yapışmış cemalimizi unutmuşuz. Sen hatırlıyor musun öz kendini ben doğmadan unutmuşum.Aynaya baktın mı (hiç)? Tanıdık geldi mi sana sen? Bense; her baktığımda irkiliyorum! Hafifte tırsıyorum açıkçası, kendimden değil! Ben sandığım benden. Diyorum ki; bu ben olamam yok yoook kesinlikle ben değilimdir. Ama benim işte, her ne kadar inkâr etsem de. O çatık kaşlı katil benim. Ben tertemiz duygularımın, doğmamış iyiliklerimin, işlenmemiş sevaplarımın, özümün katiliyim. Meleğimi öldürmüş şey-tan. Gözler kalbin aynası ise, nerde benim kalbim? Gözlerimde hırs, intikam, görüyorum. Kalbimi hırsız mı çalmış?… Ya da… Kalbim mi hırsız olmuş?. Dedim ya meleğimi öldürmüş şey-tan. GAMZE COŞKUN tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Hayvan Severler Sayesinde Hayvan Sevmez Oldum

Bu yazı birçok konservatif insanı kızdıracaktır biliyorum nitekim bir takım mantık hatalarını düzeltmekten kendimi alıkoyamıyorum. Birincisi; hayvanlar doğanın en kusursuz varlıklarıdır ve beslenme, üreme, savunma, barınma içgüdülerine sahiptirler. İnsan da temel de bu dürtülerle yaşama bağladır; ancak modern, kültürel ve etiksel toplum anlayışının içinde kaybolmuştur. Bu kayboluşta tecavüze, hırsızlığa, maddiyatsal hırslara yönelmiş garip bir topluluk oluşturmuştur. Bu topluluk tüm bu garipliğiyle bir de hayvanları koruma görevi edinmiş ve kedi, köpek gibi türleri de garipleştirmeye; doğanın bir parçası olan bu türleri; evine hapsedip, kendi öngördüğü besinlerle besleyip kutsal tüylerini hiçe sayıp saçma insansı kıyafetler giydirmeye, hayvancağızları kısırlaştırıp (aksi durumda kendince mastürbasyon yöntemleri geliştirmeye) eşyalara zarar vermesin diye tırnaklarını keserek,türde mutasyon yaratmaya çalışmıştır. Yalnızca evinde de değil bunu yetebildiği sokaktaki tüm kedi, köpekler için de yapmaya çalışma çabasındadır.Bu kısma kadar çok normal gibi duruyor. Ancak bu tür vakalar; insanlık ajitastonu, sevgisizlik, güvensizlik ve bencillik içeren duygusal toplumsal yoksunluğun telafi edilme biçimidir. Doğal seleksiyon adında işleyen evrimsel mekanizmayı da yok etmektedirler. Vicdani inayete sahip insanlar; sokaktaki tüm kedi ve köpekleri beslerseniz ne olur? Yemek bulmaya çalışmazlar ve evrim kanunlarını yok ederek tembelleşir, insan gibi doğaya zarar vermeye başlarlar, seleksiyon bozulmuş olur. Bu davranış biçimi ile yılların deneyi olan ‘Şartlı refleks’ tersine çevrilmiştir. Kediler burada Pavlov ile özdeşleştirilebilir. Tepki duyuyorum çünkü hayvanlar doğada pavlov olmuş, onlara yemek verme arzusunda olan insanlarsa tersi… (kedi miyavlaması, çan sesi reaksiyonu) bırakın hayvancıklar uyum içindeki varlıklarını sürdürsünler....

Devamını Oku

Bir Kuşun İki Kanadındadır Yaşamak Dediğin !…

Dünya ne cömert, pırıl pırıl bir güneş, mis gibi bir hava, neşe coşku, cümbüş!… Işıklar gidiyor sonra sanki geliyor tekrar, öbür dünyaya geçiş, devamı deniyor burasının!.. orda da yaşayacakların var; sonra cennet cehennem… Sanki inişli çıkışlı bir yol ömrümüz… ama güzel bir yol, ama meşakkatli bir yol…mesela bu benim olmaz sa ölürüm diyorsun; olmuyor, ölmüyorsun, yada bunu başaramazsam biterim diyorsun; başaramıyorsun, bitmiyorsun da!… Başardığın şeylerde seni arşa yükseltmiyor, üzüldüğün kadar!…Hayatta öyle kapılar açılıyor ki sana hiç düşünmemiş olduğun önceden mesela, seni daha çok mutlu eden… Kimin di bir sözü vardı, çok severim bu söze!..”- insan pilan yaparmış, kader ona gülermiş!…” diye!..Sizce kader hala bize gülüyormudur dersiniz, sürekli plan yaptığımız göre mutlaka… Yaradan veriyor…. Kader gülüyor… Dünya dönüyor …biz hala yaşıyoruz mırın kırınlarla!… Bu insanı memnun etmek ne zor.. Yaradan sanırım o yüzden cahilliğimizi pek önemsemiyor, yoksa her seferinde kafamıza biryerlerden bir saksı yerdik söyleyeyim, Yada hayatta öyle şeylerle karşılaşıyorsun ki, yaşıyorsun ki; o ana kadar öğrendiğin şeyler o anda hiçbir işe yaramıyor, bir mana ifade etmiyor gördüğün karşısında….hiçbir formül o durumu çözemiyor, kalakalıyorsun bir an, yaşadıkların yetmiyor, yaşayacakların susuyor…Anlıyorsun ki; dünya manasız, ve tüm iddealerin çocukça, gülüyorsun kendine!… ve sonra ne gariptir ki unutuyorsun o anı dahi sonrasında, insanız işte olması gereken bu sanırım , insan cahil, insan nankör, insan unutkan ve devam ediyorsun tekrar.. yani bir çark dönüyor etrafımızda dönüor dönüyor dönüyor nereye döndüğü meçhul olan!.. dünya dönüyor….....

Devamını Oku

Sorumluluk

Çocuklarımıza daha minik yaşta, bazı sorumlulukları öğretmeliyiz. Kendi kendine giyinmeyi odasını toplamayı, okulda onun ihtiyacı kadar harçlık vererek, kontrolleri bizim elimizde olarak dengeli tutarak onu daha minik yaşta hayata anne baba olarak bizler hazırlamalıyız. Çocuk hayatı tanıyarak yaşayabilmeli. Gözlerini açmalıyız. İmkanlarımız ne kadar yüksek olursa olsun, ilkokul çağında bir öğrencinin harcayacağı standart harçlık bellidir.Ama biz kıyamayıp bunun biraz üstüne çıkarsak, bu ortaokul, lise, üniversite çağlarında, kontrolü tutmakta biraz ipleri gevşetmiş oluruz. Erkeklere evin reisinin erkek olduğunu bazı sorumluluğu vererek anlatmalıyız. Aman o daha genç, ben gençlikte yapamadım, o yaşasın demek yerine, oğlum, evin faturalarını destek ol, yada maaşının yarısını eve getir gibi sorumluluklar çocuğumuzu hayata hazırlar. Çevremde o kadar erkek tanıyorum ki hep bir bahanelerin arkasına saklanarak evinde oturan. Anne babaların gözden kaçırdığı ufacık gibi görünen noktalar, yarın evli hanımların çok önemli bir sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Yeni evlenen bir hanım, evin geçimini sağlamak için çırpınırken, bir yandan çocuklar ile uğraşır. Kadın ve erkek   karakteri diye bir şey yoktur aslında. Yaşanılması gereken bir yaşam ve yaşama borçlu olduğumuz bir sorumluluğumuz var aslında. Kadınlarda çalışmalı, fakat en büyük ailede büyük sorumluluk öncelikli olarak erkekte bitiyor. Çocuklarımızı en güzel şekilde anne babalar olarak topluma bizler hazırlamalıyız eğer ipleri gevşek tutarsak büyük, büyük sorunlar olarak yine bize dönecektir. KÜBRA EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Zaman Ayırın

Yaşamaya zaman ayırın,Zaman bunu için vardır. Çalışmaya zaman ayırın,Başarının anahtarı budur. Düşünmeye zaman ayırın,Güçlü olmanın sırrı budur, çevrenizdekilere zaman ayırın,Dostuklara giden yol budur, Pozitif olmaya zaman ayırın,Ruhunuzun  müziği budur. Sevdiklerinize zaman ayırın,Zevklerin en büyüğüdür. Dürüst olmaya zaman ayırın,İnsan olabilmenin formülü budur, NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Dostluk Nedir?

Dostluk, zevklerin ve düşüncelerin uyuşmasıdır. Dostluk kişisel çıkar karşısında kurulan bir ilişki değildir. Hiç beklenmedik bir anında kalbine doğan sıcacık bir duygudur dostluk. Sevinçtir, üzüntüdür, anlamaktır, hatırlanmaktır, sonsuza dek olan arkadaşlıktır. Dostluklarda zamanın önemi olmamalı, başın ne zaman sıkışırsa sıkışsın, koşabilmeli, kapısını çaldığında gözlerindeki o bakışı anlayabilmeli.İhtiyaç duyduğunda omuzlarına yaslanabilmeli, kardeş olabilmeyi yazmalı düşüncelerine insan. En gizli sırlarını bile verebilmeli, övüldüğünde değil, yuhalandığında durup koluna girebilmeli sana senden çok güvenen bir sırdaş olmalı. Göz bebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Dostluklar hiçbir menfaate dayanılmadan sadece bir sevgi üzerine kurulursa daha kalıcı olur. Aksi taktirde ellerimize aldığımız kum taneleri gibi parmaklarımızın arasından farkında olmadan kayıp gider. NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

İsmet Özel Üzerine Bir Araştırma

Şair ve yazardır. Kayseri’de (1944) Söke’li bir polis memurunun oğlu olarak doğdu. Kastamonu Abdülhak Hamit İlkokulu’nu (1955). Çankırı’da ortaokulu ve Ankara Gazi Lisesi”ni bitirdi. (1962). Bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi ‘nde okudu. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi ve buradan mezun oldu (1977). Türkiye Mühendislik Haberleri dergisinde (1970-1972), Ticaret Bakanlığı’nda (1976-l977) çalıştı. Yeni Devir ve Milli Gazete’de köşe yazarlığı. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Fransızca öğretmenliği yaptı.1963’te yayımlanmaya başlayan ilk şiirlerinde (ilk şiiri Yelken dergisinde yayımlandı: Yorgun. Eylül 1963) İsmet Özel, günün hâkim edebiyat anlayışı içinde kalarak imgeyi merkez sayan bir tutumu benimsedi. Çok yönlü çağrışımlara açık, kelimenin bağımsız, kimliğini araştıran, bunu yaparken de insanın fert olarak yerini ve anlamını tespit etmeyi amaçlayan bir şiir kurma çabasına girişti. O günlerde Türkiye’yi özellikle düşünce planında kuşatan siyasi ve toplumsal hareketlilik şairi derinden etkiledi. Toplum karşısında duyulan sorumlulukta sanatçı sorumluluğunu iki farklı algılama alanı içinde düşünmüş olması yüzünden, daha ilk şiirlerini yazdığı yıllarda siyasi faaliyetler içinde olmasına rağmen bu davranışlarının izleri yazdıklarına yansımaz. 1965 yılından başlayarak sanatçı kimliği ile aksiyoner tavrı arasında bir köprü kurabilme çalışmalarına başladı. Bir donemi geride bıraktığını vurgulamak üzere ilk kitabi “Geleceğin Bir Koşu’yu” 1966’da yayımladı. Bu kitabı 1969’da ‘’Evet İsyan” izledi. Bu ikinci kitabında şair yüksek tonda bir ses düzeni ararken Marxist kuramının antolojiye ilişkin boyutlarını sorgulama kaygısını taşıyan bir şiir dünyasına yönelmiştir. Evet isyan yayınlanır yayınlanmaz politik yönsemeleri şiirin değerlerini sakatlamadan...

Devamını Oku

İnsan Açısından Şiir Dili

Edebiyatımızda Şiir-Şair İlişkisi Şiirde şairi incelerken dört unsuru göz önünde bulundurmamız gerekir: 1-) Duygu    2- ) Özlem    3-) İnanç    4-) SıkıntıŞairi şiirle bütünleştiren, tüm bu unsurları gözeterek kendisi ile yüzleşebilmesidir. Şairi okuyucuda özel kılan da işte budur. Çünkü şair, korkmadan sıkılmadan inançla herkesin özlemlerini ve duygularını dikkate alıp herkesin söylemekten çekindiği şeyleri söyler ve bunu cesurca, açık yüreklilikle belirtir. Şair bir birey olarak duyguları, özlemleri, inançları ve sıkıntıları ile şiire hayat verir. İşte bu durum şair ile şiir arasında özel bir bağ kurulmasını sağlar. Şiire hayat veren şair, okuyucuya eserini sunmadan önce onu her hali ile alenen vermez. Şiirin bazı yönlerini saklar ve okuyucunun bu gizemli yerlere ulaşmasını amaçlar. Şiirin bu gizemli yanı şiiri şairde özel kılar. Aynı zamanda şiire ulaşabilen gizemlerini çözen okuyucu kimi zaman şiiri şairden daha da çok sahiplenebilir. Şairin şiiri yazışındaki bir diğer etken ise dönem şartları olarak değerlendirilebilir. Zaten yukarıda belirttiğimiz unsurları oluşturan hususlar genel olarak şairin içinde yaşadığı dönemden kaynaklanır. Şair, şiirine bir anlam katarken mutlaka hayat felsefesinden faydalanır. Örneğin Milli Mücadele döneminde yaşayan şairler, şiirlerinde isteseler de istemeseler de bu dönemin hassasiyetine bağlı bir şeyler yazmışlardır. Dönem dönem bu edebiyatımızın isimlendirilmesinde bile etkili olmuştur :  ‘Milli Edebiyat Dönemi’ buna en güzel örneklerdendir. Şiir ile şair bu bağlamlarda birbirini destekler. Bu dönemde yazılan şiirlerden birkaçını muhteva yönüyle inceleyecek olursak: BayrakEy,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!Işık ışık, dalga dalga...

Devamını Oku

Yalnız Efe Hikâyesinin İncelenmesi

Ömer Seyfettin’in en iyi bilinen ve birçok hikâyesini içinde toparladığı hikâye kitabına da ismini veren Yalnız Efe[1], Türk Edebiyat’ı klasikleri arasına girmiştir. Ayrıca ‘Yalnız Efe’[2], Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretim öğrencileri için tavsiye ettiği 100 Temel Eser arasında yer alır. Yalnız Efe, Ömer Seyfettin’in haksızlığa karşı direnişi kahramanca anlatan ve okuyuculara hikâyeden dersler çıkartmasını sağlayan bir hikâye olması yönüyle önemli bir eserdir.A. Olay Örgüsü: ‘Yalnız Efe’, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Kumdere isimli bir köyde yaşamakta olan Kezban, Yörük Hoca ve Eseoğlu isimli kişiler arasında geçen alacak-verecek sonucu gerçekleşen cinayetin sonucunda bir genç kızın dağlara çıkışını hikâye eder. Hikâye iki avcının yolda giderken avcılardan birisinin Kezban’ın hikâyesini anlatmasıyla başlar. Hikâyeyi genel olarak iki bölüme ayırarak inceleyebiliriz. Bu bölümler sebep-sonuç ilişkisi dâhilinde birbirini tamamlar. Birinci bölümde Yörük Hoca’nın, Eseoğlu’nun yakın çevredeki köylerde yaşayan insanları nasıl sömürdüğünü anlattır. Buna karşı yaşından dolayı bir şey yapamadığını sık sık dile getirir Yörük Hoca. İlk kısımda en önemli noktaların başında gelen yer ise köylülerle konuştuğu bölümde kendisinin bir zamanlar Eseoğlu’na borç verdiğini söylediği ve aradan üç yıl geçmesine rağmen Eseoğlu’nun borcunu hala ödemediğini dile getirdiği bölümdür. Hoca, yakında zalim, faizci, halka eziyet eden ve hükümetin desteğini de arkasına aldığı için herkesin korktuğu bu kişiden borcunu almaya gideceğini söyler. Bütün köylüler tedirgin olup Yörük Hoca’ya engel olmaya çalışsa da Yörük Hoca’yı caydıramazlar. Yörük Hoca sabah olunca Kasabaya ineceğini söyler ve dediğini gerçekleştirir. Kasabaya indiğini duyan köylüler ve...

Devamını Oku

Bir Ağacın Gölgesinde!…

Bizden önceki dönemlerde toplumlarda açlık, zulüm, savaşlar ve hastalıklar vardı. Ancak günümüzde bunların yerini kocaman bencillikler ve içi boş insan toplulukları aldı. Özellikle maneviyatı güçlü olan toplumumuzda son on yılda büyük çöküşler yaşıyoruz yaşama alışkanlıklarmızda, en azından benim bir birey olarak gözlemlediğim son on yılda.Biz ilkokulda ansiklopedilerden birşeyler bulabiliyorduk, okurduk onları merakla. Şimdi üniversite öğrencileri cümle kurmaktan ve konuşmaktan aciz durumdalar. Evlerimize teknoloji girdiğinden beri annelerimiz bulaşık yıkamaktan yakınmaz oldu. İçerisinde misafir ağırlamadığmız evlermizi müze haline getirdik ve çok hedeflenen çekirdek aile olduk sonunda büyük sevinçlerle, insanı zenginlik bilen inancımıza ramen!… Babannelerimizin yassı namazındaki tesbihlerini sayarak uyuyamıyor çocuklar, ya da avundukları hikayeleri yok, başları okşanarak söylenen… Dışımız basmakalıp, içimiz günübirlik çekişmelerle!… Hepimiz herşeyi biliyoruz sorgulamaya gerek yok, çocuklarımız dahi herşeyi çözmüş durumda. Yeni filizlenmiş bir fidan düşünün, birde yanında kocaman bir çınar ağacı!. Çocuklar ve biz gençler o küçük fidan, büyüklerimiz de birer çınar ağacı bu Dünyada.  Düşünün ki çınar o yaşa gelinceye kadar ne aşamalardan geçmiş, ne yollar katetmiş, ne çetin kışlar, ne sıcak yazlar… Kaç küçük kuşu kovuklarında barındırmış, kaç ıslıklı rüzgara yoldaş, kaç canlıya gölgelik!… Şimdi bizler, bunca şeyi yaşamış çınarlarmızı yaşantılarımıda tanımaz olduk ne cahillik… Evlerine izinlerimizle gelir oldular, torunlarına bizim müdahalelerimizle gölgelik ediyorlar! Kendi topraklarında kuralları biz koyuyoruz… Çocuklarmızda bu yüzden bencil yetişiyorlar, gülgelerde eğilmeden büyüyorlar hep. Hani ağaç yaşken eğilirdi, ne zaman eğilecek çocuklarımız!. Danışmak, yol bilmek dünyanın kanunudur, zincirin devamı için bir...

Devamını Oku

Eğitim Şart

Eğitim ve eğitimsizlik arasında birçok zorluklar olduğunu ben yaşadıkça anladım. Daha insan lise döneminde bu zorluğu göremiyor fakat yaş ilerledikçe hayata dair zorlukları görebiliyor. Eğitim hayatımızın her alanında topluma ve bize büyük verimlilikler kazandırmıştır. Eğitimli bir insanın gelecekte işten atılma kaygısı yoktur. Kendi ayaklarının üzerinde durur. O devletin adamıdır ona bey ya da hanım diye hitap ediliş bile onun çalışma veriminin artmasını sağlayacak ve daha az sorun demektir. Maddi gücü belli olduğu için geleceğe dönük banka kredileri bile rahatça çekebilirler.İstedikleri konutta oturabilirler. Askeri ücretli çalışan bir insan tüm bunları yapamaz tereddüt eder. İşten atılma kaygısı vardır. Ya da emeğinin karşılığını alamayıp işten ayrılan yüzlerce işsiz insanlar istediği gibi rahat bir konutta oturamaz imkanları el vermez. Boşanan kadınlarımız bile ekonomik güçleri olmadığı için sonrasında tekrar toparlanmak için adeta çırpınıyorlar. Çocuklarda öyle. Ülkemizde en çok ekonomik sebeplerden biriside boşanmadır. En fazla bunlardan yara alan da çocuklardır. Eğitimin olduğu bir yerde en ufak bir tartışma olduğunda argo kelimeler pek nadir görürsünüz. Kurduğumuz arkadaşlıklar bile birbirimize daha kibar, daha nazik davranırız. Çünkü eğitim almışızdır, çünkü standart belli bir mevkideyizdir. Evlatlarımıza bile argo kelimelerin yanlış olduğunu kibar olmasını, onlara bir çok görgü kurallarını daha ilkokula başlamadan vermeye çalışırız. Bir devlet dairesinde çalışan bir kadın pek nadirdir. Sabahlaması, ama normal bir iş yerinde çalışan bir hanımın gece eve dönmesini birçok risk taşır. Akşama kadar uyur evi ile ilgilenemeyebilir, karakteri bozuk insanlar tarafından tecavüze bile uğrayabilir....

Devamını Oku

Biz Bu Ülkeye Aidiz

Atalarımız bu vatanı kazanıp bizlere armağan edebilmek için kanlarını feda ettiler. Bu vatanı kurtarabilmek için cepheye sırtında evladı, kucağında mermi ve yiyecek taşımak için ne mücadele veren bu vatanın başörtülü anasıdır. Bu vatanı köyün aziz insanları kurtarmıştır. Bu vatan bizim ve özgürce yaşayabilmeliyiz. Demokratik ve çağdaş bir ülke burası. Bazı düşünceleri sağcılık ve solculuk diye ayırmamalıyız. Herkes kendi inancını kendi örf adetlerini yaşayabilmeli.Bizler Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Türk’üz ve kardeş’iz. Kadınlarımız iş yerlerinde başörtülü olarak ve ibadetlerini aksatmadan çalışabilmeli. Bu günün şartları nasıl giyinmeyi gerektiriyorsa çağa ayak uydurarak kapanabilmeli. Bir başörtünün çalışma temposu ile ne gibi bir bağlantısı olabilir. Düşünsenize TÜRKİYE’DEKİ doktorları, öğretmenleri vs birçok meslek dallarında çalışan kadınlarımızı onları oraya beyinlerindeki zeka, düşünce getirmiştir. Tüm şey bir başörtüde değil beyinde, çağdaş düşünmekte bitiyor. Bu ülkede başörtü yada başörtüsüz olarak gruplanıp tartışmak yerine lütfen dökülen kanları düşünün. Bizlere bu vatan bunun için mi armağan edildi. Tabiî ki çağdaşız hiçbir şeyde aşırıya gitmeden ama Müslüman bir ülkede de yaşamaya hak kazandığımızı unutup da birbirimize düşmeyelim. Ülkemiz çok güzel, ülkemizin tarihi şeylerini nasıl sahip çıkıyorsak, başörtülü yada başörtüsüz şekilde birbirimize de öylece sahip çıkalım. Oda bu ülkenin atalarımızdan bizlere kalan mirastır. Bu vatanı kurtarmaya bir başörtü engel oldu mu hayır. Bu vatanı tüm cesaretiyle, kardeşlik duygularını pekiştirerek birlik olan başörtülü analarımızın düşünce gücü kurtarmıştır. NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Son Yolculuk

Çok yakınlarda kanser hastası olan genç bir annenin vefat edişine şahit oldum. Annenin daha liseyi bitiremeyen, ortaokulu bitiremeyen henüz anne şefkatine muhtaç beş yaşında olan tam dört evladın öksüz kalışı beni çok yaralamıştı. Kadın öleceğini bile bile tüm gücüyle son ana kadar öleceği hissini evlatlarına hissettirmedi. Çocuklar hiç inanmadılar annenin bir anda yok olacağına.Tam son üç aya kadar dayanabildi. Artık yatağa düştü onca acı çekmesine rağmen dayandı, dayandı. Sadece nefes alıp veriyordu. Öleceği akşam nasıl olduysa gözlerini açıp evlatlarının ellerini sımsıkı tutarak onların ellerinin arasında hayata gözlerini yumdum. Çocukların feryatları halen daha kulaklarımdadır. Eve hayat saçan anne duymuyordu artık sessizdi. Evlatlar birbirlerine kenetlenmiş feryat ediyorlardı. Ev kararmıştı adeta çocuklar perişandı. Ben o zaman anladım ki hayatta en değerli şey annedir. Bir baba vefat etse de anne maaşını alır ev işleri devam eder yuvada baca tüter. Çocuklarına kol, kanat olur. Bir anne hasta olarak hastanede yatsa bile ev bir buruk olur. Annenin evde oluşudur evin ışığı. Çocukları o gün hiç bir şey teselli edemedi. Anneye ihtiyaçlarının olduğu bir dönemde annelerini kaybedişleri onları yıktı. Ogün Allahtan tek dileğim Allah’ım bu yavrulara en büyük sabrı ver. Onların boyunlarını bükük bırakma diye dua edişim olmuştur. Annemi çok seviyorum. Onun hayatta nefes alması bile benim gücüm olmuştur. Allah kimseyi annesiz bırakmasın. Annesini kaybeden tüm yavrulara Allah sabır versin. NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Nevruz Bayramı

Kelimenin aslı eski Farsça’dan gelir: Yeni anlamındaki nava ve gün ışığı/gün anlamındaki rəzaŋh birleşerek oluşturmuşlardır. Anlamı “yeni gün/günışığı” dır ve günümüzün Farsçasında da hâlâ aynı anlamda kullanılmaktadır.Türkiye’de bir gelenek Türk Cumhuriyetleri’nde ise resmî bayram olarak kutlanırken, 1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından Bayram olarak kabul edilen bir gün haline gelmiştir. Türklerin Ergenekon adlı yerden demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Türk kavimleri tarafından M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart’ta kutlanır. Türk Takvimi’nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Herbir çağ ise sekiz Keh ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü olarak kutlanır. İlk türk devletlerinden bu yana kutlanan nevruz bayramını son yıllarda bazı kesimler kendilerinin bayramı olarak kutlamalar yapmaktadırlar. Aslında Türk milleti olarak baharın gelişini müjdeleyen NEVRUZ Bayramına sahip çıkmalıyız. Nasıl baklavayı kemençememizi birileri sahip çıkmaya çalıştıklarında milletçe hayır onlar bizim, bize özgü şeyler dediysek bahar bayramının yaklaştığı bugünlerde bu güne de aynı şekilde sahip çıkmalıyız. Nevruz bayramı günü güzel yemekler hazırlanmalı aynı dini bayramlarda yaptığımız gibi eş dost akrabalarımızla bayramlaşmalıyız. Yine akşamında ateş üstünden atlama geleneğini hep birlikte sürdürmeliyiz. Bayramlar bizi birbirimize bağlayan geleneklerdir. Bizde bir birimize sıkıca bağlanmalı şu sıralar orta doğunun düştüğü tuzağa düşmemeliyiz. Eğer milletçe çeşitli etnik ayrımlar yapmadan bu bayramlarımızı kutlarsak hiç bir iç ve dış güç bizi bölmeye...

Devamını Oku

Bor Nedir ve Nerede Kullanılır?

Bor madenini çeşitli kaynakardan ve kendi fikirlerimi katarak kısaca anlatmaya çalışacağım. Kısaca diyorum çünkü bor geleceğin madeni olacak ama henüz ülkemizde bu konu hakkında derin araştırmalar ve teknolji mümkün olmamasına rağmen 240 yıl yetecek bir rezervimiz var.Periyodik tabloda B simgesiyle gösterilen, atom numarası 5, atom ağırlığı 10,81, yoğunluğu 2,84 gr/cm3, ergime noktası 2300 oC ve kaynama noktası 2550 oC olan, metalle ametal arası yarı iletken özelliklere sahip bir elementtir. Genellikle doğada tek başına değil, başka elementlerle bileşikler halinde bulunur. Tabiatta yaklaşık 230 çeşit bor minerali vardır. Oksijenle bağ yapmaya yatkın olması sebebiyle pek çok değişik Bor-oksijen bileşimi bulunmaktadır. Bor-oksijen bileşimlerinin genel adı borattır. Bu yüzyılın en önemli madenleri arasında yer alan Bor rezervinin yarısından fazlası Türkiye’de bulunuyor. Bor, nükleer sanayiden uzay araçlarına, gübre sanayiinden ilaç sanayine, kimya sanayinden otomobil sanayine kadar 400’ü aşkın alanda kullanılıyor. Dünyanın en stratejik madeni olarak kabul edilen Bor, nükleer sanayiden uzay araçlarına, gübre sanayiinden ilaç sanayine, kimya sanayinden otomobil sanayine kadar 400’ü aşkın alanda kullanılıyor. Bor madeni ülkemizde iyi bir rezerve sahip olmasına rağmen bor üzerine bir politikamız henüz yoktur. Türkiye, dünyada Bor rezervlerinin %65’ine sahip bulunurken, dünya üretiminin %32’sini gerçekleştiriyor. Türkiye dışındaki ülkelerde Bor rezervlerinin ömrü son 50 yıllık iken ülkemiz tüm dünyanın 450 -500 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek Bor rezervlerine sahip konumdadır. Türkiye’de devlete ait olan Eti holding A.Ş. aracılığı ile Bor madenleri, Burhaniye’den Savaştepe’ye, Susurluk’tan Dursunbey’e, Bigadiç’ten Sultançay’ına, Bursa Kestelek’ten Sındırga’ya, Kütahya...

Devamını Oku

Rüya Ne Demek? Rüya Tabirleri ve Tarihçesi

Rüya görmeyen bir kimsenin varlığını düşünemeyiz. Fakat “rüya”nın ne olduğunu tam anlamıyla bilenlerin sayısı muhakkak ki pek fazla değildir. Kısa ve özlü bir tanımlamayla rüya beden uyku halindeyken hayatiyetini sürdürmesidir. Rüyalarhayatımızın uykuda olmadığımız uyanık zamanlarıyla bu bölümlerdeki olaylar ve durumlarla benzerlikler taşır. Gene de belirgin farklar vardır. Bir rüya vazıh (açık seçik) ve canlıya da belirsiz veya çok eski zamanlardan kalmaçizgileri silinmiş renkleri siyah-beyaz tonları uçuklaşmış fotoğraflar gibi olabilir. Bazıları akla yakın bir kısmı saçmadır. İçlerinde güzel olanlar da vardır korkunç ve ürkütücü olanlar da. Rüya daha ziyade görüntüler niteliğindedir. Fakat bu arada sesler de işitebiliriz. Bazı rüyalarımızda durum ve olaylarla ilgili olarak düşüncelerimizin duygularımızın bilincindeyizdir. Çoğunlukla uyanır uyanmaz görmüş olduğumuz rüyayı unuturuz. Bazen de bir rüyanın izlenimi etkisi bütün gün boyu sürer. Hatta daha fazla da uzayabilir. Rüyaların çoğu bir kez görülür. Buna karşılıkısrarla tekrar tekrar görülen rüyalar vardır.Diğer tanım ise Uyku halinde görülen ve bazende hissedilen olaylara rüya denir. Rüya bilimsel olarak bilinçlatinin ortaya çikmasidir.  Bir kisim bilim adamina görede beyinin çözüm yollari aramasi sonucu olusturdugu görüntülerdir. Dini olarakda rüyalara önem verilir. Kisiye yol gösterme, ruhun bedenden ayrilarak gerçeklestirdigi olaylar olarak açiklanir. Kısa bir tanım isteyenler için ise Uyku sırasında aynen uyanıkmış gibi çeşitli olayların yaşanması hafif, düş. Çok değişik tanımlar yapılabilse de yine sonuç olarak aynı noktaya varılıyor. Rüya tabirlerine gelecek olursak insanların en merak ettiği konulardan biri rüya tabirleri… Rüya tabirlerini değişik dallarda inceleyen bilimciler...

Devamını Oku

Teknoloji Gelişiyor; Peki Ya İnsan?

İnsanlık tarhinin akıl almaz biçimde hızla geliştiği bir yüzyılda yaşamaktayız. Her geçen gün yeni teknolojik ürünler, iletişim araçlarının çeşitlilliği sürekli biçimde ilerleyerek insanoğlunun hizmetine sunuluyor. İnsanların yaşamlarını pratikte altüst eden teknoloji nasıl tanımlanmalıdır?Küreselleşme süreciyle birlikte zaman, mekân, emek, yer kavramları da teknolojiyle yeniden anlamlandırılmaktadır. İlk bakışta insanlara faydalı icatlar sunar gibi gözükürken; öte yandan insanları kendisine bağımlı kılmakta, aynı zamanda  maneviyata ve zihnin düşünce sisteminine de hükmetmektedir. Teknoljiyle birlikte hayat standartları yükselirken, insan zihni de içten içe  değişmektedir. Yeni dünyada aile, evlilik, arkadaşlık vs. birçok kavram gerçek anlamından uzaklaştırılarak değişime uğratılmıştır. Artık, ”insanlık” kavramının özünü oluşturan değerler, tutumlar, saygı, samimiyet vs. duygular gereksiz şeyler olarak algılanmaktadır. Konuşmalar, gülücükler ve davranışlar yapmacıklaşarak sahte bir görünüme bürünmektedir. Evet teknoloji gelişiyor; ama beraberinde asıl niyetlerin üstü örtülerek, duygular ve sevgi sözcükleri samimilikten, içtenlikten yoksun bırakılıyor. Gelişmeye bağlı olarak dayatılan umursamazlık, anlamsızlık gündengüne kendisini iyice hissettiriyor. Bilinç, yeni bir boyut kazandı. Böylece duygu ve düşünceler metalaştırıldı. Sevgi; yerini bir demet çiçeğe, anneye duyulan hisler ise, yerini birkaç kalıplaşmış sözcüğe ve anneler gününe bırakarak değersizleştirildi. Oysaki anne sevgisi ve diğer duygular günlere ya da sözcüklere hapsedilebilir mi? Bazı şeyler zaman ister; emek gibi, sevgi gibi. Birinin güvenini, samimiyetini kazanmak ve ya ona olan duyguları hissettirmek bir anda olup bitmez. Bütün bunlar özveri ister, sabır ister. Annenize ”Seni Seviyorum” demek yerine, gerçekten onu sevdiğinizi davranışlarınızla belli etmeniz daha anlamlı değil midir? Karşılığında annenizin size sıcacık...

Devamını Oku

Yücel Kayıran’ın Ruhlukta Şiirine Ontik Bir Bakış Denemesi 2

Yücel Kayıran’ın Ruhlukta Şiirine Ontik Bir Bakış Denemesi-1Yücel Kayıran’ın Ruhlukta Şiirine Ontik Bir Bakış Denemesi-2 3. Şiir Üzerine ruhluktasessizliğimdi sesimdeki, başkalarının yüzünde ? iminden !di!!!lerle konuşanlar sessizliğimin sonunda sanki kement beklerdibaşlardı nem başlardı soğuk duvardan olma serinlikönce selam verirler size sonra ateş koyarlar içinizeŞairin sesi sessizliktir. Şair sessizlikte konuşur, söyleşmesi kendi ruhuyladır ve orası da susarak konuşulabilen bir yerdir, çünkü orası ruhluktur, orada kişiler seslerle değil, gönüllerle anlaşırlar. Hâlbuki ruhluk, yani sessizlik alanı değildir dünya. Alabildiğine sesli, sesiyle insanı ele geçirmeye çalışan bir yerdir. Dünyadayken ruhluk diyarını özleyenler ve her an orasının kokusunu teneffüs edenler, dünyada ruhluk’u aradığından sesli olan dünyada sessizliğe gömülürlerken dünyadaki diğer kişiler sesleriyle varolduklarını düşünecek kadar sese düşkündürler. Şairin bu sessiz duruşu, başkalarının yüzünde soru imine benzer bir ifade oluşturur. Her zaman dik, hükmetmeyi seven ve her an göreve hazır olan öteki, ünlem işaretini çağrıştırır şairde. Kendisine bakan yüzlerse, hesap sorar gibi ? imiyle simgelenir. ? aynı zamanda kementtir, ona benzetilir. Dünyadakiler, demek ki, şairin bir açığını yakaladığında kemendi atacaklardır: “önce selam verirler size sonra ateş koyarlar içinize” Öteki, önce sesli konuşur: “1!, 2!, “. Bu, zor kullanmanın, çalmanın hırslı sesidir. Asker dik durur, sonra da şairin öz-ben kuyusuna soru imi kovasıyla su çekmeye gider. Soru imi ifadesi çalmayı, soru imi ifadesini başkalarının yüzünde görmek de çalınmayı imler. Çalınan kişi de şairin kendi ifadesiyle “çalgın” olur. Şairin içi serindir. Serinlikte şair, benliğinin bozulmamasını sağlar. Tıpkı...

Devamını Oku

Yücel Kayıran’ın Ruhlukta Şiirine Ontik Bir Bakış Denemesi-1

Öz-ben, Ben, Öteki; Varlık, Var Olma, Yokoluş;Varlık, Var Olma ve Yokoluş Alanı Olarak Ruhluk ve Dünya Kavramları Ekseninde Yücel Kayıran’ın Ruhlukta ŞiirineOntik Bir Bakış Denemesi “Bir ben vardır bende benden içerü” (Yunus Emre) 1. Ön Deyiş Türk şiirinde “var olma’nın sancısı”, yeni sayılabilecek bir konudur. Daha önceki dönemlerde her ne kadar kimi şairlerimiz varoluşçuluk ve varoluş felsefesinden etkilenerek bazı şiirler yazsalar da bu şairlerimiz, “varlık sancısı”nı içten bir bakışla işleyememiştir. Önceki şairlerimizin şiirlerindeki varlık sıkıntısı’na kısmen örnek verilebilecek kimi şiirlerinde varlık’a ait durumlar; içsel bir bakış, yaşamsal bir iç sancından değil, daha çok varoluşçu filozoflara olan merak’tan ileri gelir. Tıpkı cumhuriyetin ilk yıllarındaki “Anadolu’ya yöneliş” merakı gibi… Faruk Nafiz’in Han Duvarları şiirindeki ben, Anadolu’ya Anadolulu bir bakışla bakmaz. Han Duvarları şiirinde, sadece daha önce ihmal edilen Anadolu’ya merkezden bakan şairin bir yolculuk sırasında o mekâna karşı duyduğu merak hissedilir. Anadolu’ya dıştan bakılır bu şiirde; şiirdeki ben, kendini oraya ait hissetmez. Aynı durumu Reşat Nuri’de de görürüz. Onun Anadolu Notları adlı eserini okuyan bir kişi Anadolulu bir bakış göremez bu eserde. Üst tabakadan, merkezden gelen bir yazarın Anadolu’ya duyduğu bir merak vardır sadece orada da. Tıpkı bunun gibi;  Türk şiirindeki varlık sancısı konusu da daha önceki şairlerce, daha doğrusu günümüzde yaşı ilerlemiş kimi şairlerce dile getirilmiştir; ama bu dile getiriş, Anadolu’ya yönelişin ilk dönemlerinde olduğu gibi bir merak eseridir ve bu sancı daha çok Sartre’a duyulan bir meraktan ileri gelmektedir....

Devamını Oku

Nâzım Hikmet’in Şiirinde Biçim ve Ses Ögelerinden Yararlanma

Özet Bu çalışmada Nâzım Hikmet’in şiirindeki biçimsel farklılığa dikkat çekeceğiz. Çalışmadaki temel amaç Nâzım Hikmet’in Türk şiirine getirmiş olduğu ‘serbest vezin’i şairin şiirleri içerisinde göstermektir. Heceden ziyade serbest vezin, dörtlük ya da beyitten ziyade özgün şekillerin başarılı ve anlam bütünlüğü içerisinde ses ve biçim özelliklerine uydurularak nasıl kullanıldığını irdeleyeceğiz.Şiirdeki biçimi ve ses ögelerinin şiire etkisini anlayabilmek için öncelikle şiirde biçimi oluşturan unsurlar ve ses ögeleri hakkında genel bir bilgi verdikten sonra biçim-anlam ve biçim-vurgu ilişkisine değineceğiz. Bu bilgiler ışığında Hikmet’in ‘Kerem Gibi’ ve ‘Makinalaşmak İstiyorum’ şiirlerindeki biçimsel ögeleri ve ses unsurlarını değerlendireceğiz. Sonuç olarak Hikmet’in şiirinin biçimlenmesinin tesadüflerden oluşmadığını ve şiirin biçiminin özüyle birleştiği görürüz. Bu durum çalışmamızda örnekler ile yer almıştır. Anahtar sözcükler: Şiirde biçim, Nâzım Hikmet, Makinalaşmak İstiyorum, şiirde ses ögeleri, Kerem Gibi. GİRİŞ Nâzım Hikmet’in şiirinde biçimi ve ses ögelerini incelemeden önce mutlaka şiirde biçime değinmemiz gerekir. Şiirde biçimi ya da bir başka ifade ile şekli açıklarken göze çarpan unsurlar dizelerin sayısı, sözcüklerin sıralanma ve bölünmeleri ile ilgili kalıplar ve bunların dışındaki değişik düzenlemelerdir. Bir başka tanımla Nurullah Çetin derki: ‘Şekil, şiirin iç ve dış unsurlardan birbirleriyle anlamlı ilgilere sokarak estetik bir kompozisyona kavuşturmaktır. (Çetin, 2004: 129) Şiirin biçim açısından tüm dünyada bugüne kadar değişik kalıplarla kullanıldığı görülmüştür. Örneğin Arap, Fars ve Türk şiirlerinde rubai, beyit, gazel, kaside gibi türler kullanılırken Türk halk şiirinde mani, koşma, semai, divan gibi çeşitler, Japon ve Çin şiirinde haiku, tanka...

Devamını Oku

Ümit Yaşar Oğuzcan Üzerine Bir İnceleme

I. HAYATI: 22 Ağustos 1926 yılında Tarsus’ta dünyaya geldi. Konya Askeri Ortaokulu ile Eskişehir Ticaret Lisesi’ni bitirdi. İlk önce Osmanlı Bankası’nda daha sonra 1953’te Niğde İş Bakası muhasebeciliği ile 1954’te Ankara İş Bankası Genel Müdürlüğü görevine atandı. İş hayatında olduğu gibi edebi hayatı da başarıyla devam etti. Birçok şiir kitabı çıkaran şairimizin 1973 yılında büyük oğlu Vedat’ın intihar etmesi üzerine çok acı çekmiş ve oğluna ağıtlar yazmıştır. Vedat’ın ölümünden iki yıl sonra babasını kaybeden şair; Pakistan, Kıbrıs, Macaristan, Avusturya gibi yerlere gitmiştir. 1977’de kendi isteği üzerine İş Bankası’ndan emekli olmuştur. 1978 yılında ikinci eşi olan Ulufer hanım’la evlenmiştir.1984 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Otuzu aşkın şiir kitabı olan Oğuzcan’ın şiirleri birçok dile çevrilmiştir. II. EDEBİ KİŞİĞİ: Şiire, 1940 yılında Yedigün dergisinde başlayan ve Yedigün şairleri arasında yer alan Oğuzcan, sonra çeşitli dergilerde şiir yazarak ve sık sık kitaplar çıkarak, günün popüler bir şairi oldu. Ünü yayıldı. İlk şiirleri, 1942 yılında Eskişehir Kocatepe ve Sakarya gazetelerinde çıktı. Aslında şair 9-10 yaşlarında şiir yazmaya başlamıştır. 1947 yılında ilk kitabı “İnsanoğlu”nu basmıştır. 1948 yılında “Deniz Musikisini” çıkartmıştır. 1954’te üçüncü kitabı “Dillere Destan” çıktı. 1955’ten sonra rubai, taşlama ve dörtlük türünde eserler vermeye başladı. 1967 ve 1969 yılında yurt dışı gezi yapan Ü. Yaşar, ilk Avrupa gezisine çıkarak anılarını “Avrupa Görmüş Adam” adı altında Cumhuriyette yayınlamıştır. Şiire, milli ve manevi duygularını anlamakla başlayan Oğuzcan, his ve düşünce kavramını gittikçe azaltarak gereğinden fazla açık ve...

Devamını Oku

Fazıl Hüsnü Dağlarca Üzerine Bir İnceleme

I. HAYATI 1914 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asker olan babasının görevi nedeniyle çocukluğu Pozantı ve Konya’da geçmiştir. İlkokulu Konya’da bitiren Dağlarca, Adana ve Tarsus ortaokullarında öğrenim gördükten sonra İstanbul’a gelmiştir. Kuleli Askeri Lisesi’nin orta bölümünde bütünleme sınavı vermiş, ertesi yıl Kuleliye yazılmıştır. Daha sonra Harp Okulunu bitirerek (1933)  orduya katılmıştır. 1950 yılına kadar yurdun çeşitli yerlerinde görev yapan Dağlarca, aynı yıl yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten ayrılmıştır. Sivil yaşama geçtikten sonra bir süre Ankara’da Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde çalışmış (1950-1952),  ardından İstanbul’a gelerek Çalışma Bakanlığı İl Müfettişliği örgütünde görev almıştır. Dağlarca bu görevde iken emekli olmuştur (1960).İstanbul Aksaray’da iki arkadaşıyla Kitap Kitapevini açmıştır (1959), kitapevinin “on beş günlük” Karşı Duvar Gazetesi’ni çıkarmıştır. Kitapevini daha sonra Şehzadebaşı’na taşımış, sonra da kapatmıştır (1974). Fazıl Hüsnü dağlarca yurtta ve yurtdışında çeşitli ödüller almıştır: -Yeni Adana Gazetesi’nin öğrenciler arasıda açtığı öykü yarışmasında birincilik ödülü (1927), -CHP Şiir Yarışması üçüncülük ödülü (1946-Çakırın Destanı’ndan bir şiir ile), -Yeditepe Şiir Armağanı (1956-Asu ile), -Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü (1958-Delice Böcek ile), -MTTB Turan Emeksiz Armağanı (1966-Bir şiiriyle), ABD Pittsburg kentinde International Poetry Forum tarafından “Yaşayan En İyi Türk Şairi” seçildi (1967) -x111. Struga Şiir Festivali’nde Altın Çelenk Ödülü (1974), -Sedat Simavi Edebiyat Ödülü (1977-Horoz ile), -TÜYAP 6.Kitap Fuarı “Onur Ozanı” (1987). Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirleri başta Fransızca, İngilizce ve Almanca olarak çeşitli dillere çevrilmiştir. II. YAZIN YAŞAMI Yaşam öyküsünde belirttiği gibi, daha 13 yaşındayken bir gazetenin öykü...

Devamını Oku

Cahit Külebi'nin Sanatı

CAHİT KÜLEBİ’NİN SANATI Cahit Külebi’nin yazmaya başladığı yıllarda, Türk şiiri 4 farklı kanalda yürüyor ve kimi ustalarını da yetiştirmiş bulunuyordu. 1. Resmi ideolojiyi benimseyen ve tek parti yönetiminin populist politikası doğrultusunda ve memleket edebiyatı çerçevesince ürün veren Faruk Nafiz, Ahmet Kudsi, Ömer Bedrettin, vb.2. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim den beslenen mistisist ve sembolik öğeler içeren “saf şiir” anlayışı çerçevesinde yazan Necip Fazıl, Fazıl Hüsnü, Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Hamdi Tanpınar vb. 3. Şiirin toplumsal siyasal işlevi de olduğuna inanan, halkın yoksulluğunun yansıtılmasını savunan İlhami Bekir, Hasan İzzettin, Ömer Faruk  Toprak vb. 4. Bu üç anlayışa da karşı çıkan, yazınsal sanatlardan arıtılmasını isteyen ve küçük adam söyleneni öne çıkaran, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet, Necati Cumali vb. Her şeyden önce vurgulanması gereken nokta şudur: “Tozlu dumanlı sokaklarında Ankara’nın/ Her sabah kendini yitiriyorum. / sokaklar tutukluyor beni/ bir sonsuz boşluğa iniyorum” diyen Külebi kırı temsil eder. Kent bir tehlike ortamıdır.[1] Cahit Külebi kendi şiirlerinde yaptığını “Yeni romantizm” diye adlandırıyor. Bu yeni romantizm tabiri ile ortada dönen “romantik” anlamı arasında fazla bir ilgi yoktur. Çoğu, romantik denince aşağılık, ya aşırı yapma duygunun ya da temelli duygusuz yeryüzüyle hiçbir ilgisi bulunmayan bir kısım döküntü sanat eserlerini anlamaktadır. Hâlbuki “Yeni Romantizm” yapıcıdır. Fertçi değil toplumcudur. Hayal ile ilgisi pek azdır. Gerçeğe sağlam bağlarla bağlanmıştır. Tazedir. Çoğu zaman iyimser ve neşelidir. Hüznü de kederi de başkadır. Kaynağı milli sanattan...

Devamını Oku

Mihail M. Bahtin’de Dostoyeski’yi Dostoyevski Yapan Temel Özellikler

1. Ön Söz Mihail M. Bahtin[1] Dostoyevski Poetikasının Sorunları adlı eserinde bize Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan temel özelliklerinden birkaçını dile getirmeye çalışmıştır. Biz bu çalışmada, Bahtin’in bu incelemesini irdelerken hangi temel belirlemeleri yaptığının üzerinde durmaya çalışacağız daha çok. İncelediğimiz metin 1984 yılında basılmış olsa ve Rusça kaleme alınmış olsa da; bizim incelemiş olduğumuz metinin aslı bu temel dildeki yayının çevirilmiş metni değil, Minnesota Üniversitesi’nin 1999 tarihli 8. baskısının çevirimidir.Sunuş yazısını Wayne C. Booth, önsözünü Cayl Emerson’ın yazmış, çevirisini Cem Soydemir’in yapmış olduğu bu eser, Metis yayınları tarafından 2004 yılında dilimize kazandırılmıştır. Temel esere geçmeden sunuş ve önsöz bölümlerinden önce bize önemli görülen bazı düşüncelere değinmemiz gerekecek. Wayne C. Booth sunuş yazısında öncelikle son dönemlerde Bahtin’e duyulan ilginin nedeni açıklamaya çalışır. Ona göre Bahtin’in öneminin oluşunun anlaşılması için o döneme bakmak gerekir. Booth şu soruyu sorar: Bahtin çarpıcı şekilde farklı ama yine de tuhaf şekilde uyumlu binlerce sayfada ideoloji ile biçim arasındaki ilişkiler hakkında yazıyor ve yeniden-yazıyorken, bu ilişkileri kaybedip yeniden buluyorken biz Batı’da bunlar hakkında neler söylüyorduk? Booth bu sorudan sonra eleştiri tazları hakkında bilgi verir: salt bilimsel eleştiri, salt ideolojik eleştiri, biçim-ideoloji bağdaştırmalı eleştiri, Aristotelesçi eleştiri gibi. Çeşitli türdeki eleştirileri açıklayan Booth, Bahtin’in çıkış noktasının farklılığına vurgu yapar. İşte, Bahtin’in ilgi çekmesinin sebebini de buna bağlar aynı zamanda. Ona göre Bahtin’in farklılığı onun nesnel bakış açısının yanılgılara açık olduğunu görmesidir. Bahtin’in bazen sübjektif bazen de objektif bakış açısı, eserdeki...

Devamını Oku

Eğitimde Fırsat Eşit mi, Değil mi?

Fırsat uygun zaman, uygun durum veya şart, vesile demektir. Eşitlik ise yasalar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu. Bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasal haklar yönünden ayrım bulunmaması durumudur.Fırsat eşitliği ilkesi Yönlendirme; öğrencilerin bir kısmını seçen, diğerlerini program dışı bırakan bir tutumla değil, öğrencilerin tümüne fırsat eşitliği sağlayacak şekilde yapılmalıdır. Öğrencilerin istek,ilgi ve yeteneklerine göre yetişmeleri sağlanmalı, “herkesin” başarılı olabileceği bir programa girmesi amaç edinilmelidir. Türk eğitim sistemi fırsat eşitliği ilkesi benimsemiş olmasına rağmen kim okullarımızda teknolojinin en son seviyesi olan akıllı tahtalar kullanmasına karşın kimi okullarımızda ise hala bir çok teknolojik aletten yoksun kalmaktadırlar. Kimi okullarda 20 kişilik sınflarda okuyan öğrencilerimiz yanında kimi okullarımızda hala 50-60 kişilik sınıflarda ders yapılmaktadır. Kimi okullarımız birleştirilmiş sınıflarda yani 1, 2, 3 sınıf bir arada öğrenim görmekte iken kimi okullarımızda okulun yanında okul dersleri kurslarla desteklenmektedir. Bunun sonucunda fırsat eşitliği benimeseyen bu eğitim sitemi bütün öğrencilerimizi aynı SBS, YGS, LYS gibi sınavlara sokmaktadır.Bu sınavlar değerlendirilirken yine aynı kriterlere göre değerlendirilmektedir. Konunun özüne biraz daha inecek olursak iki farklı aile yapısını incelemek gerekir. İyi bir ekonomik durumu ve iyi bir sosyal çevresi olan bir aile yetişen çocuk okulun yanında özel ders, kurs ve dersane gibi bir çok imkandan faydalnırken diğer yanda daha kötü bir sosyal çevrede ve ekomomik bakımdab daha kötü bir aile de yetişen çocuk okul dışında hiç bir imkandan faydalanamamktadır. Ama yine bu iki öğrencimiz aynı...

Devamını Oku

Milliyetçilik ve Türkçülük Bağlamında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

I.HAYATI 1929 yılında Elazığ’ın, Ağın ilçesinin, Tatarağası mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Sait Efendi, annesi Zeynep Hanım’dır. Bir rivayete göre soyları Bağdat’ın fethinde büyük kahramanlıklar gösteren Gençosman’a dayanır. İlköğrenimini Ağın’da tamamlayan Gençosmanoğlu, ortaöğrenimini Akçadağ köy enstitüsünde yaparak 1946 yılında bu okuldan mezun oldu. 18 yıl ilkokul öğretmenliği, bir süre de ilköğretim müfettişliği yaptı. Daha sonra milli eğitim bakanlığı yayımlar genel müdürlüğü’ne geçti.   Önceleri bu kurumda şube müdürü olarak çalıştı. Bir süre sonra da genel müdür yardımcısı oldu. 1975’de İstanbul devlet kitapları kurumu müdürlüğüne, 1977’de de Türk musikisi devlet konservatuarı genel sekreterliğine atandı. Bu görevde bir müddet kaldıktan sonra kendi isteği ile emekli oldu. Emekliliğinde Türk edebiyatı vakfının idari işlerinde görev aldı. Aynı zamanda Türk edebiyatı dergisini yönetti. Daha sonra Türkiye gazetesine geçti.[1] Şiire, ortaokul sıralarında iken başlayan Gençosmanoğlu’nun şiirleri; Orkun, Aras, Türkeli, Türk Yurdu, Töre ve Türk Edebiyatı dergilerinde yayınlandı. İlk şiir kitabı olan “Bozkurtların Ruhu” 1952’de, ikinci eseri “Gençosman Destanı” ise 1959 yılında basıldı.1969’da Nihal Atsız’ın “Bozkurtların Ölümü” adlı eserini “Kür Şad İhtilali” adıyla nazma çekerek, bu ölümsüz eseri destanlaştırmış oldu. 1971’de Malazgirt Zaferi’nin 900. yıl dönümü münasebetiyle yazmış olduğu “Malazgirt Destanı’ndan sonra”, 1973’de “Kopuzdan Ezgiler”, 1976’da “Salur Kazan Destanı”, 1977’de “Boğaç Han Destanı”, 1983’de de “Destanlarla Uyanmak” adlı eserini yayımladı.[2] Birkaç baskı yapan bu eserlerinden seçtiklerini 1992’de “Destanlar Burcu” adlı bir kitapta toplayan şair, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 21.03.1993 tarihinde, çok sevdiği Ağın’dan uzak bir diyarda, İstanbul’da,...

Devamını Oku

Kadınlar Günü Kutlanmamalı!

Kadın Haklarında birincil aktör kadındır. Kadın erkek arasındaki süre gelen eşitsizliğin giderilmesi, toplumdaki yerinin iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanabilmesini amaçlar. Bu noktada karşımıza Emansipasyon kavramı çıkar, “Aynı seviyede olma durumu” yani eşitlik. Güç olarak eşit olmasak bile değer olarak eşit olmayı vurgular. Eşit muamelenin yapılmasının önemine değinir. Eşit muamele kavramından anlaşılan ise, engelliler, hamileler, gibi yaşam koşullarından muzdarip olan toplumsal grupların tüm yaşam alanlarında eşitlenmesi durumudur.Sosyal adaletin temelini ise bu kavramlar oluşturur. İnsanın iki ayrı türü olan kadın ve erkeğin eşitliğinden ise cinsiyetlerin tüm yaşam alanlarında ciddi manada bir eşitliğe sahip olmasıdır. Emansipasyonun amacı da bu eşitlik yolunda var olan sorunların çözülmesidir. Bu amaçla ilk hareketlenmeler ise 17. yy.’da İnsan Haklarının da desteğiyle Marie Le Jars Gourney yazılarında bahsetmiştir. Kadın haklarından. 1793lere gelindiğinde ise Fransa’da Olym Gouges insan hakları kararlarında erkeklere tanınan bazı hakların kadınlara da tanınması gerektiğini belirterek, “Eğer kadının idam sehpasında mahkum edilme hakkına sahipse tribünden izleme hakkına da sahip olmalıdır. “ Şeklinde vurgulamıştır. 1700lü yıllardan 2000 lilere geldiğimizde ise kadınların durumu çok iç açıcı değil. İlginçtir ki, ülkemizde hayvan hakları , engelli hakları ve kadın hakları mevcuttur. Ancak ne hayvanlara tanınan haklar ine de kadınlara tanınan haklar yeterlidir. Erkek haklarından bahsetmemiz komik şu durumda. Malum hakkı sunan “güç erkek”. Sosyal adalet, eşit şans tanınması, eğitim, çalışma , seçme seçilme hakkını kapsar ancak. Uygulanıyor mu? Sorusunu yanıtını vermek zor. Kadın olarak izlediklerim kalbimi karatıyor. V e sorgulanmayışı...

Devamını Oku

Hayat İçinde Bir Masal

Bir varmış bir yokmuş ile başlar her masal… İçinde nice imkansızlıklar, zorluklar olmasına rağmen güzel biter… Ve gökten üç elma düşer sonunda.Başımıza düşen elmalar masal aleminden çıkma vaktinin habercisidir… Her insanında yaşanmış kendine özgü masalı vardır. Hayatımızın bazı zamanlarında yaşadığımız masallarımız, uydurma masallar gibi her zaman güzel bitmeyebilir… Belki de sonunda hüsran yaşayacağımızı bile bile girmişizdir kendi uydurma masalımızın içine…Masallarımız bir olay yada bir eylem şeklinde hayatımızın bir yerinde başlamıştır genellikle… Yıllarca özlemini çektiğimiz bir sevgili gibi bırakıvermişizdir, kendimizi uydurma masalımızın havasına. Sonunu düşünmeden yaşayıp gitmişizdir giriş gelişme aşamalarını. Bazen bir ızdırap kaynağı, bazen tatlı bir tebessüm olan masalımız, yüreğimizin gizli mabetlerinin kapılarını açmak mıydı şafağa? Kurumuş toprakların yağmura hasreti, karanlıkların ışığa sevdası, yaşam bahçıvanın yüreğimize ektiği acı çiçeklerine inat, bir yerlerde gizlenerek yeşermiş umut çiçekleri miydi? Mutlulukların, sevgilerin en büyüğünü tatmışızdır masalımızın büyülü atmosferinde… Yarınlar yoktu an vardı yaşadığımız. Anlık mutluluklar içiyorduk masal pınarımızdan. Bir başkasıydık masalımızda. Bazen yaralı bir ceylan, bazen mavi semaların atmacasıydık. Acılarımızda bile kırlangıçlar kadar özgürdük. Yüreğimizin koridorlarında aysız gecelerin kasveti değil, güneşin şavkı vardı ışıldayan. İçimizin mor dağları çiçeklere bürünmüş buram buram nergis, menekşe kokuyordu. Kaçınılmaz sonu erteliyorduk. Son demek yaşarken ölmekti, savrulmaktı hayatın içinde. Kaybetmekti bir başkası olan yanımızı… Kaçınılmaz son geldiğinde masal aleminden gerçek aleme döndüren üç elma düşmüştür başlara. Başımıza değil yüreğimize düşen elmalar insanda ömür boyu silinemeyecek izler derin acılar bırakıyor. İnsanları hayatının bazı zamanlarını bir masal şeklinde yaşamaya...

Devamını Oku

İletişim Mahkumları

Yüzyılın hastalığı mıdır ki bir iletişimsizlik hengamesine tutulmuşuz, ortak bir karar almışcasına. Nedir iletişim? İnsanların duygularını, düşüncelerini kısaca kendisini ifade edebilmesidir. Bu tanımı hepimiz biliyoruz. Çünkü, çevremizle hatta kendimizle bile sürekli iletişir dururuz. İletişimde temel unsur, kendini anlatmakla beraber karsıdaki insanı da anlamak ve onun penceresinden bakabilmektir dünyaya. Kaçımız kendimizi anlatabiliyor ve karşımızdaki insanı anlayabiliyoruz? Bu güne kadar kaç kişiyi  yargısız infaz etmeden dinledik ve anlamaya çalıştık? En yakınlarımızla bile çatışmaya girmeden, kavga etmeden halledebildik mi sorunlarımızı?Dinledik mi  nedenlerini; niçinlerini, rahatsızlıklarını? Bu küsmeler, bu dargınlıklar, kırılan gönüllerin bolluğu hangi serserice davranışımızın bedelleridir? Hep konuştuk, dinlemedik, anlamadık, anlatamadık bir birimize. Yüreklerimizde kaldı söylenmemiş sözler, sevgiler. Her zaman kendimizi haklı görmenin acımasız bencilliği yüreğimizi kör etmişti değil mi? Bencilliğimizle kaybettik en sevdiklerimizi. Düşman ettik, küstürdük bizi seven yürekleri kendimize. Sonrada beni anlamadılar, ben ona yanarım serzenişleriyle başladık  yakınmalara. Bencilliğimizin bedellerini ödeme zamanı geldiğinde bu hayıflanma neden? Kaybetmenin acizliğiyle, terk edilmişliğe bırakıyoruz kendimizi, birde üstüne tuzu biberi olsun diye kalın duvarlar örüyoruz yüreklerimize, adı yalnızlık olan. Ne yapmalıyız? Hazan mevsiminin hoyratlığına uğramış ağaçların yaprakları gibi, sevdiğimiz insanların hayatımızdan savrulmalarına göz mü yummalıyız yoksa bencilliğimizin  hainliğine  dur mu demeliyiz? Yüreklerimizde  hatalarımızı anlamanın  cesareti varsa haydi buyurun, kırgın gönülleri tekrar canlandırmaya. Bir miktar sevgi, bir miktar anlayışla başlayalım. Samimi olmayı da unutmayalım. Hele içimizi ısıtan gülücükler ilişkilerimizde eksik olmasın. Her şeyden önemlisi iletişimin en önemli unsurlarından biri olan dinlemeyi de öğrenelim. Başka pencerelerden bakalım...

Devamını Oku

Olumlu Düşünmek

Her şeye rağmen pozitif olmak ve başımıza ne gelirse gelsin, küçük şeylerden bile mutlu olmayı başardım. Ben sosyal faaliyetten uzak, eğitim düzeyi düşük, insanların yaşadığı bir çevrede yaşayan bir ev hanımıyım, fakat her zaman kendimi bu benim kaderim bende onlardanım deyip ümitsizliğe kapılmadım, çevremde onlara sergilediğim olumlu davranışlarımla olumsuzluktan bile olumluk yarattım.Eşimin yoğun bir iş temposu karşısında çok fazla sohbet etmeye fırsatımız olmuyor ben bundan bile mutluluk çıkarıyorum, her akşam evine geliyor, ekonomi sorumluluklarını almış diyorum. Evliliğimizden bu ana kadar olan süreci bir teraziye koyar olumlu yönleri daha fazla deyip mutsuzluktan mutluluk çıkarırım. Ümidimi asla yitirmem, daima başarılması zor hedefler peşindeyimdir. Bu benim adeta zaferim olmuştur. Yaşadığım iş hayatında başımıza gelen sıkıntılardan bile ben inanırım ki sonunda daha iyi bir iş bizleri bekliyor. Hayatımda kırıldığım insanlarla bağırıp çağırmak yerine onlara biraz eskiye göre mesafe koyar ve susarım, bu suskunluğum da çoğu zaman ilişkilerimizin daha olumlu olmasını sağlamıştır. Yaşamınızdaki her şeyi bir teraziye koyun, insanları yargılamadan önce olumluluk ve olumsuzluk olarak tartın ve her zaman olumluluk ağır gelecektir. Olumlu düşünmek hayatınız üzerinde çok etkili olacaktır, daha sağlıklı, daha mutlu, daha başarılı olacaksınız. Kendinize hep yeni bir şans vereceksiniz. Ve göreceksiniz ki olumsuzluk yaşamınızdaki her şeye olumluluk olarak geri dönecektir. NEBAHAT EMANET tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Galatasaray Takım Olmayı Öğrenmeli…

Galatasaray neden başarısız diyorlar? Sebeb çok basit… Yapabileceklerinin onda birini yapmadan kapı gösterilen bir hoca, sonrasında yerine gelen başka bir antrenör ve ard arda yapılan bilinçsizce transferler. Ve üstüne üstlük nedense bu transferlerin ardında yaşanan soru işaretleri… Takım olmak için şöhretli oyuncuları kadronda toplamaya gerek yok. Bir antreman sahası, başarıya susamış, gelecek vaadeden genç oyuncular, iyi bir arkadaşlık ortamı ve istikrarlı bir yönetim yeterli.Peki sarı kırmızıların kadrosuna baktığımız zaman bunların hangisini görüyoruz? Takım yaşı ilerlemiş oyuncuların yanısıra farklı milletlerden takıma gelip başarılarına yeni halkalar ekleyememiş bir çok oyuncu ile dolu. Belki bunların aksine sadece bogdan stancu yu sayabiliriz. Galatasaray’ın başarılı olabilmesi için öncelikle herkesin kendisinden emin olduğu Fatih Terim gibi bir antrenör getirmek gerekli. Terim başarılı sonuçlar alırken almış olduğu yabancı oyunculardan maksimum faydalanmasını bildi. Genç oyuncuları takıma yavaş yavaş adapte etti ve yaşı ilerlemiş oyuncuları küstürmedi, tecrübelerine saygı duydu. Yurtdışında altyapı eğitimini almış oyuncuları bile yavaş yavaş galatasaray kültürüne ve takımına birer birer aşıladı. Böylelikle yıllar boyunca konuşulan ve hiç unutulmayan başarılar geldi. Alın size Mehmet Batdal örneği. Henüz çok genç, 2. lig de Bucaspor forması ile attığı goller sonrasında tanındı. İstikrarlı, üretken, ceza sahasında hareketli ve en önemlisi pozisyon yaratmaya ve değerlendirmeye yönelik bir oyuncu. Peki Geleceğin Hakan Şükür’ü olarak nitelenen bu oyuncu şu an nerede? Maalesef Galatasaray takımından ayrıldı. Oysaki farklı bir antrenör yada Terim takımın başında olsaydı bu oyuncudan maksimum yararlanmanın formüllerini arardı. Eğer Galatasaray...

Devamını Oku

Ekonomik Canlanma İçin Girişimcilik ve İnovasyon Desteklenmeli

Merhaba, inovasyon ve girişimcilik konularına ilgili biri olarak fikirlerimi paylaşmak istedim. Girişimcilik ve inovasyonun geliştirilmesi için neler yapılması gerekir kime ne görev düşüyor burada sizlere aktarmak istiyorum. Gerçek bir girişimci, hesap yapmadan risk alan, cesur birisi değildir. Gerçek bir girişimci, insanların yaşamlarına, endüstrilerin yönelimlerine ve sorunlarına bakar. Araştırma yapar. Bunların içinden karşılanmayan bir ihtiyaca odaklanır.Bu ihtiyacın tipik olup olmadığını inceler. Demografik gelişmeleri, ihtiyaçlarla ilişkilendirerek takip eder. Her yeni bilginin, pazarla doğru ilişkilendirildiğinde yeni bir girişim fırsatı olabileceğini bilir ve sürekli, ortaya çıkan yeni bilgileri araştırır. Girişimci taklit etmez. Gerçek bir girişimci, çevrede bir sürü köfteci varken, herkes gibi köftecilik yapmaz. Köfte yemek isteyen müşteriye sunulacak değeri tanımlar; bu değeri pazarda sunulan iş modellerinden farklı bir modelin içine oturtur İşsizlik sorununa önemli bir çözüm olanağı sunduğu gibi ekonomik büyümenin de dinamosudur. · Girişimci, ekonomik kaynakların düşük üretkenlik alanlarından yüksek alanlara aktarılma sürecinde baş aktördür, çünkü üretim kaynaklarını yeni bir tarzda birleştirerek kullanılmayan üretim faktörlerinin kullanılmasını sağlar, ama daha önemlisi kullanılmakta olan üretim araçlarının ve mevcut girdilerinin değişik şekillerde kullanımı ile üretimi artırır. Girişimci yeni düşüncelerin yaratılması, yayılması ve uygulamasını hızlandırır, ayrıca yeni endüstrilerin doğmasına yol açar, teknolojileri kullanan sektörlerde verimliliği artırır ve hızla büyüyen sektörler yarattığı için ekonomik büyümeyi hızlandırır.Kamu kurumları girişimciliği teşvik edici çalışmalar yaparak hem maddi destek hemde danışmanlık hizmeti vererek genç girişimcilere yalnız olmadıklarını kanıtlamalıdır. Herkese sağlıklı, mutlu ve yenilik dolu günler diliyorum. UĞUR AĞIRGÖL tarafından “Makale...

Devamını Oku

Ekonomik Krizden Çıkışın Yolu İnovasyon ve Girişimcilik

Merhaba, inovasyon ve girişimcilik konularına ilgili biri olarak fikirlerimi paylaşmak istedim. Girişimcilik ve inovasyonun geliştirilmesi için neler yapılması gerekir kime ne görev düşüyor burada sizlere aktarmak istiyorum. Girişimcilik ile ilgili açık ve net bir vizyon oluşturulmalı, buna bağlı stratejiler geliştirildikten sonra hükümet programlarında öncelikli olarak yer almalı.Şirket kuruluşu, işleyişi ve kapanışına ait bürokratik engeller azaltılmalıdır. Vergi işlemleri kolaylaştırılmalıdır.Teknoloji transferinin başarılı biçimde gerçekleşmesini sağlayacak örgütler oluşturulmalıdır. Yeni teknoloji kullanımı yatırım tutarı ne olursa olsun vergilerden yatırım indirimi yapılarak teşvik edilmeli. KOBİ’lere verilen krediler artırılmalı. Finansman seçenekleri artırılmalı leasing teşvik edilmeli ve risk sermaye sektörü kurulmalıdır, desteklenmeli. Girişimciler ve girişimciliği destekleyen kuruluşların oluşturduğu platformlar/ girişimci ağları kurulmalı ve bu platformlar aracılığıyla koordinasyon sağlanmalı. Girişimciliğin desteklendiği bir kültürel ortamın yaratılması için topluma olan katkısı ve ekonomik büyümedeki önemli rolünün anlatılması gerekmektedir. Teknolojik girişimcilik başta olmak üzere her tür girişimcilik performansı düzenli olarak ülke çapında ölçülmeli ve uluslararası ekonomilerle karşılaştırmalıdır. Dış ticaret mevzuatına teknoloji ihracatı için yeni eklemeler yapılmalıdır. Eğitime yapılan yatırım artırılmalı, girişimci eğitim merkezlerine destek verilmeli. Özellikle üniversite öğrencileri girişimcilik alanında devlet tarafından cesaretlendirilmeli ve bir kariyer seçeneği olarak değerlendirilmelidir. Millet olarak tüketime değil üretimi arttırmaya ar-ge’ye yönelmeliyiz. Çıkış yolumuz inanıyorum ki girişimcilik ve yeni ürünler geliştirmededir. Herkese sağlıklı, mutlu ve yenilik dolu günler diliyorum. UĞUR AĞIRGÖL tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Tayyip’ten Sonraki Başbakan-1

Başlığı görünce daha bunu konuşmak için çok erken diyebilirsiniz. Ancak öyle parlayan, yükselen bir değer var ki bu değerden bahsetmemek imkansız. Cumhuriyet tarihinde gelmiş geçmiş en profesyonel siyasetçi denilebilecek kadar başarılı bir insan. Tüm çevrelerin doğru işler yaptığı noktasında mutabık olduğu bir siyasetçi. Eminim ki az çok gündemi, siyaseti takip edenler kimden bahsettiğimi çoktan anladılar.Evet doğru düşündünüz. Ahmet DAVUTOĞLU’undan bahsediyorum. Her ne kadar akademik camiadan kopmak istemese de ısrarlara dayanamayıp siyasete katılan ve katılırken bile Cumhuriyet tarihinde ender görülen bir tarzda milletvekili olmadan bakan olarak görev yapan birisi. Açıkça söylemem gerekirse Davutoğlu’nun kabineye girmesinin ardından kendisi hakkında kısa bir araştırma yaptım. Daha önceleri siyaset arenasında ismi pek duyulmamış olduğu aşikar. Ancak bakan olmasından sonra yaptığım araştırmaları biraz daha derinleştirince şu sonuca vardım. Dedim ki Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra başbakan olacak kişi belli oldu. Ak Parti’nin tek başına iktidar olacağını zaten kamuoyu araştırmaları gösteriyor. Tabi siyasette her şey mümkün. Ancak biz elimizdeki verilerden hareketle olayları ele alıyoruz  Bu nedenle eğer Ak Parti iktidar olacaksa ve Tayyip’ten sonrası düşünülürse  Davutoğlu bu anlamda en isabetli kişi.  İlerleyen süreçte de Sayın Davutoğlu neredeyse beni hiç yanıltmayacak işlere imza attı.  Şimdi bunu tartışalım. “Nasıl olur!” mümkün değil diyenler olabilir. Ayrıca bu yazdıklarım insanları iki türlü düşündürebilir. Bir taraf der ki Ak parti yanlısı diğer taraf der ki parti içi sorun çıkarmaya çalışıyor. Ne koyu bir Ak parti yanlısıyım ne de acımasız bir Ak parti...

Devamını Oku

Hayatı Iskalamak Diye Buna Derim Ben!

Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Güneşin en kavurucu halinde bile iliklerine kadar sırılsıklam ıslanmak, caddede ki en kalabalık anlarda bile elinde bir el olmadan yapayalnız dolanmak… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Geceleri başını yastığa gülücüklerle değil, gözyaşları ile koymak ve rüyalarının kabus olduğunu anladığında kan ter içerisinde uykundan sıçrayarak uyanmak…Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Gidişinin ardından aylar, yıllar geçmesine rağmen, asla geri gelmeyeceğini bildiğin birini hala bir umutla beklemek ve özlemek o gül yüzünü… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! En yaman sancılarla, en derin acılarla boğuşurken bile etrafa gülücükler saçman gerektiğini bilmek ve belli etmemek yaşadığın hiçbir zorluğu… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Üzüm ekşisi bir yeşile cinas gözlerini her gece karşında görmek ve her şeyden daha değerli olduğunu bilmek… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Çok aşırı sevmene rağmen karşındaki kişiye bunu gösterememek ve belli edememek ne yapsan ne etsen bile… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Onda bulamadığın bir avuç sevgiyi yalan yanlış sevdalarda aramak ve istemeden de olsa diğerinin canını acıtmak… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Son nefesinde bile yanında olamayacağını kabullenmek zorunda kalmak ve onsuz en derin uykuya dalmak… Hayatı ıskalamak diye buna derim ben! Onun hiç bilmeyeceğini, duymayacağını, görmeyeceğini bile bile halen daha geride onun için bir şeyler bırakmaya çalışmak… 16 Mayıs 2010 Pazar 15:40 ŞAFAK ÖZVEREN tarafından “Makale Yarışması” için...

Devamını Oku

Unut Beni Sevdiğim

Gideni üzse de ayrılıklar, en çok kalanlar yaşarmış ayrılığın hüznünü… Hatırlarsın sende, bir düşün istersen; o gün sen gitmiştin… Ben ise bir köşeye sinmiş, elim kolum bağlı bir şekilde gidişini izlemiştim. Oysa hazırdım zaten, hazırlamıştım kendimi bu çaresizliğe ama ne bileyim, o gün çok acıdı içim, dilim damağım kurudu, elim ayağım bağlandı sanki. Kalman için çok yalvarmıştım oysa, defalarca sermiştim yüreğimi ayaklarının önüne ama sen inadına başka yöne gittin…Tutmak vardı oysa ellerinden o gün, gözlerinin içine bakmak ve yalvarmak vardı ölüme inat ama yapamadım gülüm. Sahi, tutsaydım o gün ellerinden, bırakma beni deseydim, bırakma beni böyle biçare deseydim, yinede gider miydin? Oysa çok sevmiştim lan ben seni, öyle çok sevmiştim ki, sırf mutlu olmanı istediğim için tek kelime dahi etmedim o gün, köşe bucak gizlendim o cennet gözlerinden… Şimdi, tek bir an bile aklına gelirsem şayet, düşünme sakın beni, düşünüp de üzülme sakın… Say ki hiç görmedin beni, say ki hiç tanımadın, hiç aynı havayı teneffüs etmedin benimle… Say ki hiç göz göze gelmedik ve hiç karşına geçip sevdamı haykırmadım sana… Say ki senin için yazdığım ne bir şiirim ne de bir yazım oldu ve say ki sen bunları hiç okumadın… Say ki gelmedim hiç sokağına, say ki sabahlara kadar ben değildim pencerenin önünde bekleyen… Say ki telefonla da konuşmadık hiç, say ki birbirimize armağan ettiğimiz bir şarkımız bile olmadı ve say ki aynı fotoğraf karesinde bile bulunmadık seninle…...

Devamını Oku

İşte Bu Kadar Basitti Ölüm Denilen Gerçek

Niye bu kadar şaşırdınız ki şimdi, neden böyle acılar içinde ağıtlar yakıyorsunuz ki ardımdan? Siz bilmiyor musunuz ki hiçbir ağlayışın, hiçbir yakarışın artık beni geri getiremeyeceğini? İyi de ne anlamı var ki şimdi bunca feryat etmenin, bu kabullenememezlikte neyin nesi şimdi. Oysa, oysa kimse ölmek için genç değildi zaten, siz beni genç yaşta öldü diye mi üzülüyorsunuz yoksa? Neden halen daha ağlıyorsun be anne? Sen baba; niye halen daha içine içine akıtıyorsun o inci gözyaşlarını?Merak etmeyin, iyiyim ben… Sadece karanlıktan korkuyorum biraz hepsi o ve birazda soğuk oluyormuş burası kar yağdığı zaman ama onada alıştım artık, hiç merak etmeyin siz… Ha bu arada; dedemleri ve nenemi de gördüm burada, onlarda çok iyi, çok güzel karşıladılar beni. Hoş geldin oğlum diyerek öpüp kokladılar bol bol. Tam sizlerden bahsedecektim ki lafı ağzıma tıkadılar; “sen merak etme oğul, biz hepsini de görebiliyoruz zaten” dediler. Şaşırdım önce, aklım almadı… Sonra devam ettiler “biz senide görüyorduk zaten, ziyaret ediyordun bizi sık sık” dediler. Yani sizde beni ziyaret ederseniz bende sizi görebileceğim demek ki. Beni ziyaret et olur mu anne! Yanıma gel tamam mı baba! Gelin ki, bende sizi görebileyim bu karanlık kuyudan, siz gelince aydınlanıyormuş çünkü… Biliyorum kızgınsınız bana bu vedasız çekip gidişim için ama yine de gelin işte. Özlerim çünkü ben siz, çok özlerim hemde. O yüzden ne olur gelin işte. Hem, hem bu kez benim elimde olan bir şey yoktu ki, ben...

Devamını Oku

Kafa Yormanın Kolay Yolları

İnsan onurunu kırmadan, ona yol göstermek gerekir, onu ezmek irdemek kolaydır, önemli olan onları kışkırtmadan yanımıza çekmektir. Örneğin, bir insana sımsıkı sarıldığı değerini kötüleyerek, ona inancın, kötü adi, diyerek onu caydıramayız, oysa senin inancına saygı duyuyorum ama birde benim inancımı dinle ve ortak yanlarını birleştirelim birlikte mutlu olalım dediğiniz, hiçbir insan bu yaklaşım karşısında hırçınlaşmaz, fikrinizi ona dinlettirirsiniz, sevgiyle onu yanınıza çeke bilirsiniz.Zorla, kabul ettirdiğimiz, fikirlerimiz diğer zorbaların yaptıklarıyla aynıdır, ben haklıyım diyen yanılır. Şu yapılan siyasete bir bakın ve kendinizi o kötülediğiniz partinin veya partilerin oy veren halkın yerine koyalım, birde doğruyu ergiyi henüz ayırtına varamamış insan olun, siz ne düşünürsünüz? Sizin güvendiğiniz ve oy verdiğiniz insanları kötülense, kötüleyeni siz sever misiniz, önerdiği yola güvenir misiniz? sempati duyarımsınız? Ne malum sizin güvendiğiniz siyasetçiler dürüst, nasıl bir güven duygusu aşılanır kötülemeyle, benim tanıdığım halk daha da sıkı sarılır karşı tarafın kötü dediğine, iyi kanıt gerek, yoksa ikna gücü lazım, aksi takdirde yanlışı daha da güçlendiririz. Ve daha sıkı sarılırı bu halk. Yanlışlardan dönmek istiyor isek, sevgiyle ve hoş görüyle sabır gerekir, bilinçsizce oy verenleri yanımıza çekmenin yolu oy verdiklerini karalamak değildir, bunun yerine biz Hak sahibi, adil olabileceğimizi anlatarak, her konuda insanlara doğruyu anlatma imkânımız daha yüksektir, insanların sevdiğini kötüleyerek elinden almak, korkunç kın ve nefret yol açar bunu bilelim. Eğer biz âlim geçinenler kendi, Egolarımızı yenip, bilinçsiz halka egilmaz isek kayıp bizim olacak, bir insan kurtarmak başarı demektir,...

Devamını Oku

Panik Atak

Panik atak nedir? Panik atak aniden ortaya çıkan endişe ve korku halidir. Kısaca bu şekilde belirtmişler. Peki bu endişeler ve korkular bizim kendimizi tetiklememizle ortaya çıkan duygular ve düşünceler değil midir? O zaman soruyu panik atak kimdir diye değiştirsek daha güzel olmaz mı? Panik atak benim. Panik atak benim kendi kendime kurduğum düşüncelerin tümüdür.Bir çoğumuz psikolojik tedavi için bir doktora başvurmuşuzdur. Konuşmanın sonunda hepsinin söylediği ve ortak düşünceleri olan o söz : HERŞEY SENDE BİTER BUNU UNUTMA! Ve bir annenin söylediği o söz : PANİK OLMA KIZIM ATAK OL! Ne yapacakmışız atak olacakmışız. Dışarı çıkarsam başıma bir olay gelir mi diye korkmayacakmışız. Korkuların üstüne giderek kendimizle savaşacakmışız. O halde hadi dışarı çıkalım ve etrafımıza bakalım. “Çok kalabalık. Herkes üstüme geliyor. Eve gitmek istiyorum. Orada daha mutluyum” Hayır değilsin. Evde olmaktan mutlu değilsin. Sende herkes gibi olmak istiyorsun. Bunun için yürümeye devam etmelisin. “Saatlerdir yürüyorum artık yoruldum. Bir yerde oturalım en azından” Tamam hadi oturalım. Etrafına baksana insanların hepsi birşeyler için uğraşıyor ve koşturuyor. Evet dışarıda kötülükler var ama herkes kötü değil. Sana kimse birşey yapmayacak. Eminim şurada düşsen herkes olmasa bile içlerinden biri sana yardım etmek için elini uzatacaktır. Dinlendin artık hadi yürümeye devam edelim. “Başım dönüyor. Düşebilirim. Sendelemeye başladım”Hayır sendelemiyorsun. Düşmeyeceksin. Başın dönüyor ama bu hastalıkta hiç düşen birini görmedim henüz. Sadece başın dönüyor hepsi o. Bugüne kadar düşmedin bundan sonra da düşmeyeceksin.“Köpek geliyor”Gelsin. Isırmaz korkma. Zaten kuduzada...

Devamını Oku

Gönüllülük Faaliyetlerinin Önemi ve Kazandırdıkları

En kısa tanımıyla gönüllülük, bireyin başka bireyler için herhangi bir ücret almadan emek veya zaman sarf etmesidir. İçerisinde maddi çıkarlar bulunmadığı için toplumsal eşitsizliklerin üstesinden gelmek için kullanılabilecek tek yol gibi görünüyor şu an.Türkiye’de Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın yaptırdığı araştırmaya göre; Türkiye’de gençler gönüllü faaliyetlerde bulunmuyor. 2008’de yapılan bu araştırmaya göre, kentsel bölgelerde yaşayan 18-35 yaş aralığındaki gençlerin 1 yıl içerisinde sadece %5 oranında gönüllü çalışmalarda  aktif olarak yer aldığı görülüyor. Dünya Değerler Araştırması’nın verilerine de bakacak olursak, ülkemizin gönüllü çalışmalara katılım oranı %1,5 ve bu sıralamadaki 55 ülke arasında sonuncu sıradayız. Araştırma bu konuda ne kadar geri kaldığımızı göstermeye yetiyor. Halbuki araştırmalar gösteriyor ki; gönüllü faaliyetlere katılım bireyin kişisel gelişimi üzerinde çok etkili. Aktif olarak gönüllülük faaliyetl erinde bulunan kişiler daha hoşgörülü, demokratik değer- lere daha saygılı, kendine daha fazla güvenen ve toplumsal faaliyetlerde de aktif olan bireyler haline geliyor. Gençlerin, gönüllü faaliyetlere katılmamalarının en büyük nedenleri zaman ve para sıkıntıları- nın olması.Diğer mazeretler ise; –    Doğru kurum bilmiyorum,–    Kurumlara güvenmiyorum,–    Bu tür faaliyetlerin anlamlı bir sonuç sağladığına inanmıyorum,–    Gönüllü faaliyetlerde bulunacak yeteneklere sahip değilim,–    Daha önce gönüllü faaliyetler konusunda kötü bir deneyimim oldu şeklinde. Durum böyleyken, en azından dıştan gelen eksiklikler bir an önce giderilmelidir.Gönüllü olmama mazeretleri içinden ‘doğru kurum bilmiyorum’ maddesinin kaldırılması için Sivil Toplum Kuruluşları’nın tanıtımları yaygınlaştırılmalıdır. Gençlere bu konuda para sıkıntısının, bir neden ola- mayacağı düşüncesi aşılanmalıdır. Yine aynı tanıtımlarda bireyin, birey olduğu için...

Devamını Oku