Yazar: Önder

İhale

Günün modasına uyup vatan savunmasında artık zorunlu askerliğini yapan erlerin değil de profesyonel denilen maaşlı askerlerin kullanılmasını savunmuyorum izninizle. Mesele vatan için ölmek değil mesele bunun adaletli uygulanmasıdır. Kritik bölgelerde askerlik yapanlar hep alt gelir grubu çocuklarıysa bunu önleyelim.Her kesimden çocuklar gitsin o bölgeye. Biz Türkler ne kadar meraklıymışız şu Batıya benzemeye. Bir şeyimiz de benzemesin canım onlara. Düşünsenize zorunlu askerlik çağdaş değilmiş. Vatanı savunmak da… Biz evimizde dizilerimizi izlerken maaşla tuttuğumuz kişiler vatanı koruyacakmış. Eğer bu millete tarihte bundan daha büyük bir kazık atılmışsa ben hiçbir şey bilmiyorum. Vatanı savunmayı maaşlılara ihale ettikten sonra ne var sırada? İyi ki Atatürk ve silah arkadaşları sizin kadar çağdaş değildi. Ya onlar da ihale etseydi vatan savunmasını birilerine? Ya da Çanakkale’de maaşlı askerler çarpışsaydı? Şimdi hemen şu cevabı duyar gibiyim: Zaman değişti. Doğru zaman değişti ama biz hala sömürgeci değiliz. Eğer sömürgeci iseniz maaşlı katiller tutarsınız. Vatan savunması profesyonellerle olmaz. Millet vatanını evlatlarıyla savunur. Birileri ölür birileri kalır ve vatan vatan olur. Yeter ki torpil olmasın. Profesyonel ordu istemek tarihimize...

Devamını Oku

Ağır Zayiat

Ülkenin önde gelen haber kanalları olayı son dakika haberi olarak duyurdu. Haberi duyan halk ellerinde bayraklar sokaklara fırladı ve sevinç çığlıkları dalga dalga ülkeyi sardı. Sanatçılar bu fırsatı kaçırmadı ve hemen büyük meydanlarda toplanan coşkulu kalabalıklara konserler verdiler. Hem de ücretsiz. Böylece halkın sanatçısı olduklarını bir kez daha kanıtladılar.Ülkeyi yöneten liderler demeçler verdiler gururla. Hatta bir milletvekili bu günün milli bayram ilan edilmesi için mecliste teklifte bulundu. Ülke bayram yaparken dış dünya kutlamaların mahiyetini anlamaya çalışıyordu. Bu esnada ülkenin en önemli düşünürlerinden olan genç yazar yurtdışında bulunuyordu ve olayları merakla takip ediyordu. İlk fırsatta uçağa atladı ve ülkesine döndü. Havaalanında kendisini karşılayanlara ne olup bittiğini sordu. Aldığı cevap karşısında acı acı güldü ve apar topar ülkeden ayrıldı. Uçakta derin düşüncelere daldı… Ağır zayiat verdirmişler. Otuz yıldır mücadele ettikleri terör örgütüne… Küçük ve güçsüz bir örgüt ağır zayiat verir mi? Siz bu kafayla terörü üç yüz yılda da bitiremezsiniz. Kendi kavramlarınızla büyütüyorsunuz terörü… diye...

Devamını Oku

Oyunun Kuralı

İnsanları ikiye ayırabiliriz: Oyunu kuralına göre oynayanlar ve oyunun kuralını koyanlar. Madem ki ortada bir oyun var ve oynamaya meraklı oyuncular o zaman yapılacak şey kuralına göre oynamaktır diye düşünür insanların çoğu. Oysa bu oyunun kuralları ne zaman ve kimler tarafından konmuştur? Bunu bilmeliyiz. Belki de o kuralları koyanlar hep kendilerinin kazanacağı bir oyun düşlemiş ve planlamışlardır. Siyaset mi yapacaksın kurallar belli, ticaret mi belli… Bir kuruma müdür mü olacaksın kural belli… Hiç eleştirmeden oyunu kuralına göre oynayanlar bir müddet sonra bu oyunda kazananın hiçbir zaman kendileri olmadığını anlıyorlar ama artık iş işten geçmiş oluyor. Oyundan çıkmak da kurallara tabi. Canınız istediğinde bile oyundan çıkamıyorsunuz. Başta yaptığımız kategorilendirmeye geri dönersek insanları aslında oyunu kuralına göre oynayan küçük insanlar ve kuralını kendi koyan büyük insanlar olarak ayırmak da mümkün. Kuralını kendi koymak bir cesaret işi ve büyük olmayı gerektiriyor. Küçük insanlar ise hem belirlenmiş kurallara isyan edemeyecek kadar korkaklar hem de bu oyunu göremeyecek kadar aptal. İşte mesele bu. Oyunu kuralına göre oynayan aptallar bize çok akıllı olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Zor ama kutsal bir çaba: Oyunu kurallarına göre oynamayı reddetmek ve kural koymak. Büyük insanların göze alabileceği bir...

Devamını Oku

Üçkağıtçıyla Ders

Ülkenin en büyük üçkağıtçılarından biri bir sohbet esnasında öğrencisi olan üçkağıtçılara demiş ki: İyi ki dürüstler hala var.Öğrenciler şaşırmışlar. Hocam, nasıl olur? Dürüstlerin varlığına nasıl alkış tutarsınız? Onlar bizimle her alanda mücadele ediyor ve bizi yok etmeye çalışıyorlar. . .  Hoca üçkağıtçı gülümsemiş… Şaşırdım doğrusu, demiş. Bu zekayla benim gibi büyük bir üçkağıtçı olmanız epey zor. Bizim gibi üçkağıtçıların varlık sebebinin dürüstler olduğunu anlayamıyorsanız sizi nasıl eğitebilirim ki? Şimdi sorularıma cevap verin de size anlatayım: On kişilik bir ülke olsun. Toplam nüfus sadece on kişi ve hepsi üçkağıtçı. Siz orada kime kazık atacaksınız? Öğrenciler cevap verememiş. Devam etmiş hoca… O ülkede sekiz üçkağıtçı ve iki dürüst olsun. Kazık atacak kişi bulursunuz değil mi? O iki kişi… Hatta bir dürüst bile olsa yine de ona kazık atabilirsiniz ve varlığınız devam eder. Öyleyse biz üçkağıtçılar için yaşasın dürüstler diye haykıralım. Tüm üçkağıtçılar ayağa kalkmış ve birlikte ‘Yaşasın dürüstler’ diye...

Devamını Oku

Eğitim Nutku

Gün geçmiyor ki güzel ülkemde bir gariplik daha yaşanmasın ve ben de gülmeyeyim. Bir röportaj okudum bugün. Bir büyük eğitimcinin başarılarla dolu hayatını anlatıyordu. Bu büyük eğitimcimiz bir dershane sahibi, koleji var ve bir de üniversitesi. Bir de Amerikan rüyası derler. Asıl en büyük rüyalar güzel ülkemde gerçek olur. Yeter ki çarpık düzenin nimetlerinden faydalan. Ne yapmış bu büyük eğitimci? Yıllarca dershane işletmiş. Nasılsa devlete atanamayan ucuz iş gücü öğretmenler hazır. Abuk sabuk sınavlar hazır. Öğrenciler hazır. Veli dünden hazır. Para hazır. Yeter ki sen bu müthiş fırsatı kullan. Sermayeyi biriktir, kolej de açarsın üniversite de. Sonra da kurulursun köşkünün muazzam salonuna, eğitim nutku atarsın. Bu durumda vay anasını sayın seyirciler demek istiyorum sadece. Ne günlere kaldık. Yahu dershanecilerin eğitim adına konuştuğu ve ahkam kestiği bu ülkede biz hangi güzel gelecekten bahsediyoruz? Bu çarpıklığa kim dur diyecek? Yani her türlü değişimin yaşandığı güzel ülkemde eğitim sistemindeki yamukluk niçin düzelmez? Dünyada bir eşi var mı? Dünyanın tek akıllısı biz miyiz? Adam geldi, liselere girmek için olan sınavı üçe çıkardı. Şimdi de teke indirme çalışması varmış. Ne bu kardeşim? Sizin adamakıllı bir eğitim politikanız olmayacak mı? İki tane eski okula torpille kendi adamlarınızı müdür yaparken eğitim politikanız var ve gayet istikrarlısınız. Ama iş gerçekten bir eğitim sorununun çözümüne gelince kafanız karışıveriyor. Hiç bir planınız yok. Acaba SBS tekrar tek sınav olursa biz şöyle düşünürsek yanlış mı yaparız: Daha önce tekti, üç...

Devamını Oku

Kaçış

Karlı bir gündü. Hava kararırken araba köy evinin önünde durdu. Adam arabasından indi ve kapıda kendini bekleyen kadına koşarak sarıldı. ’Başaramadım anne’ dedi.‘Biliyorum oğlum, biliyorum. Söylemene gerek yok. Ben oğlumu tanırım.’ dedi yaşlı kadın… Arabadan bavulları aldı adam ve eve girdiler. Adam  annesine tekrar sarıldı ve ağlamaya başladı. Bıktım anne, artık dayanacak gücüm kalmadı dedi. Biliyorum oğlum, biliyorum dedi kadın, söylemene gerek yok. Yanan sobanın yanındaki sekiye oturdular. Adam annesinin dizlerine yattı. Yaşlı kadın oğlunun başını okşadı. Çok özledim dedi adam. Annesi ‘Biliyorum oğlum, biliyorum. Söylemene gerek yok’ dedi. Kadın mutfağa gitti. Yemekleri önceden hazırlamıştı. Önce sofra altını serdi, sonra sofrayı kurdu. Sofraya oturdular. Çok özledim anne, dedi adam tarhana çorbasına ekmek doğrarken. Biliyorum dedi annesi, söylemene gerek yok. Bir daha dönmeyeceğim anne dedi adam. Biliyorum oğlum biliyorum. Biz seni rahmetli babanla dürüst bir insan olarak yetiştirdik. Ne kadar dayanabilirdin ki oralarda? dedi yaşlı kadın....

Devamını Oku

Mafya Kanunu

İstanbul’da sıradan bir gün. Genç çift elele trafik ışıklarına kadar gelip yeşilin yanmasını beklediler. Nihayet kendilerine yeşil yandı ve karşıya geçmeye başladılar. İşte o anda olanlar oldu. Kırmızıda geçen bir araç hızla üzerlerine geldi ve genç çifti ezdi. Araç durmadı bile. Etraftan koşanlar oldu. Ambulans çağrıldı ama ambulans geldiğinde artık çok geçti. Genç çift ölmüştü… Birkaç gün sonra… Palermo yakınlarındaki zeytin ağaçlarıyla çevrili villasında Don Altobello danışman (consiglieri) ile öğle yemeği yiyor. Baba az konuşuyor. Rakip aile ile yine savaş çıktı ve baba bu sefer arkasında diğer ailelerin olmayabileceğini düşünüyor. Canı sıkkın. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil diyor. Bu arada danışman (consiglieri) baba şu yarışma vardı ya galiba birinciyi bulduk diyor. Kimmiş diye soruyor baba. Şu genç çocuk Salvatore Riina diye cevaplıyor danışman. O mu ? O sersemin teki. Ne yaptı ki birincilik için diye soruyor baba. Bildiğin gibi baba, bu yarışmada hasmını en az ceza alacak şekilde ortadan kaldırmak gerekiyordu. Yakalanmama dışında. Yani kılıfına uydurmak. Bunun için ailede gençler yarışıyordu. Ve o akıllı genç en az cezayla kurtulabileceği bir yol buldu: Hasmını Türkiye’de arabayla öldürmek. Evet baba, komik ama gerçek. Türkiye’de bir adamı arabayla ezersen üç ayda çıkıyorsun. Düşünebiliyor musun baba? Biz Sicilya’da bile böylesine uygun kanunlar bulamıyoruz. Adeta adam öldürmenin meşru yolu. O genç rakip aileden birini Türkiye tatili sırasında arabayla ezmiş. Yanında sevgilisi de varmış ama olacak o kadar. Baba danışmanı susturdu: Luca, luca… Bazen...

Devamını Oku

Teknik Arıza

Uzman telaşla müdürün kapısını çaldı. İki kez ve nazikçe. İçeriden tok bir giriniz sözü duyuldu. Uzman ceketinin düğmeleri ilikli odaya girdi. Müdür cep telefonu görüşmesini bitirdi ve efendim sayın uzman dedi. Efendim dedi uzman, e-okul çöktü. Müdür telaşla ölen yaralanan var mı, görevlilere haber verildi mi diye sordu. Efendim galiba ben yanlış arz ettim e-okul çöktü, okul değil, dedi uzman. E-okul mu o da ne dedi koltuğuna torpil yönetmeliğiyle oturmuş müdür. Ayakta duran uzman anlatmaya başladı… E-Okul bir veri tabanıdır. Veritabanı içinde bilgi (veri) barındıran ve istendiğinde o bilgileri kullanıcıya sunan programlardır. E-Okul web tabanlı bir veritabanıdır. Yani internet üzerinden ulaşılır. E-Okul Türkiye’nin büyük veritabanlarındandır. Türkiye’deki bütün öğrenci bilgilerini içerir. Dolayısıyla güvenlik seviyesi yüksektir. Ayrıca kullanıcı sayısı çok olduğu için hızı da yüksektir. E-Okul gibi önemli bilgi içeren ve resmi olan veritabanlarının yedekleri tutulur. Kablo arızaları, hacker saldırıları vb. sorunlar karşısında kullanıcıların bilgilere ulaşması için yedek sunucular devreye girer. Sorunun büyüklüğüne göre bağlantıların kesilme süreleri değişir. Sunucu kullanıcıların bağlandığı ve bilgilerin saklandığı bilgisayarlardır. Basit bir web sitesi için küçük bir bilgisayarın harddiski sunucu olarak kullanılabilecekken, e-okul gibi büyük veritabanları için büyük, özel kabloları ve soğutma yerleri olan diskler (makineler) sunucu olarak kullanılır. Sunuculardaki arızalar teknik uzmanlar tarafından giderilir. Uzmanın sözleri bitmişti. Müdür anladım, en hızlı şekilde çözün şu meseleyi, çıkabilirsiniz dedi. Uzman peki efendim dedi ve tam çıkacakken müdür, sayın uzman protokol kuralları gereği bana sayın müdürüm demeniz gerekir,...

Devamını Oku

Hesap Uzmanı

İnce hesap uzmanları bir ülkede ince hesaptan şikayet etmeye başlamışlarsa o ülke ince hesap konusunda topyekun bir kalkınmayı başarmış sayılır. İnce hesabın böyle bir kötü tarafı vardır işte. Her işini ince hesaba göre yapanlar ve menfaatlerini ince hesapta görenler bir de bakarlar ki ince hesaplarını herkes öğrenmiş. Bu durumda yapılacak olan daha ince hesap yapmaktır. Yapılan bu daha ince hesap da bir süre sonra daha da ince hesap tarafından bozguna uğratılacaktır. Bu zincirleme olarak devam eder. Sonuçta ince hesabın her türlü versiyonuna sahip bir ülke oluşur. Bu üçkağıdın hakimiyetidir. Tıpkı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi. Fakir, az gelişmiş ama ince hesapta dünya lideri. Acaba diyorum az gelişmişlikle ince hesap liderliği arasında bir doğru orantı var mıdır? Soruyu tersten de sorabiliriz. Adalet liderliği ile gelişmişlik arasında doğru orantı var mıdır? İnce hesapların hükümranlığı hangi kutsal değerleri yok eder? Hesaplı olmakla ince hesap yapmak aynı şey midir? Yanlış hesap Bağdat’tan dönecekse ince hesap Bağdat’tan dönmez mi? Düşünmeye...

Devamını Oku

Sorgulayan Çocuk

– Öğretmenim bizim okulumuz niçin çok kalabalık? Teneffüste rahat rahat oynayamıyoruz. – Canım devletimizin çok parası yok. Bu nedenle tek bir okulla daha çok öğrenciye eğitim fırsatı sunuyor. – Benim amcamın çocuğunun okulu hiç kalabalık değil öğretmenim. Devletimiz niçin o okulda daha çok öğrenciye eğitim imkanı sunmuyor da bizde sunuyor? – Çünkü bu kaderdir yavrum. Senin kaderin böyleymiş. Bazı çocuklar doğuştan iyi bir kadere sahiptir. – Peki öğretmenim neden sabahçı ve öğleci var. Çok kötü bence. – Aynı okulda çift eğitim verilerek tasarruf sağlanıyor. Yüzyılın en önemli eğitim düşüncesi. Bir taşla iki kuş. Tek okul ama sanki iki okul. Müthiş değil mi? – Öğretmenim bahçemiz niçin küçücük? – Evladım ülkemize daha çok apartman lazım. Okula ve bahçesine bu nedenle yer kalmıyor. Okula ayrılan yerler de imar tadilatı denilen bir Türk mucizesiyle konuta çevriliyor. – Ama öğretmenim bizi hiç düşünmüyor mu büyüklerimiz? – Düşünmez olurlar mı yavrum. Düşünmeseler size uyku kutuları yaparlar mı? Ya uyku kutunuz olmasaydı? – Uyku kutusu nedir öğretmenim? – Uyku kutusu apartman dairesidir. Sadece uyunur ve televizyon izlenir içinde. Bahçesi yoktur. Kapıdan çıkınca caddedir. Böylece kolaylıkla fırına, manava gidebilirsiniz. Zamandan tasarruf yani. Kimisi üç, kimisi on kattır. Ne hoş bir çeşitlilik ama değil mi? – Öğretmenim evde benim odam yok. Şimdi kış mesela, herkes aynı odada oturuyor ve ders çalışamıyorum ben. – Evladım uyku kutularında birlikte televizyon seyredilir. Bilirsin çoğu zaten iki artı bir olur. Çocuklara...

Devamını Oku

Felsefeci Çocuk

Çocuk okuldaki müdür yardımcılarından arkadaşına dert yanıyor… Sınıf defterini götürüyorum odaya hiç biri bana bakmıyor. Ne varsa o bilgisayarda? Hep ona bakıp bir şeyler yazıyorlar. Günaydın öğretmenim diyorum cevap yok, iyi çalışmalar diyorum yine cevap yok, yeter ama en sonunda patlayacağım. Farkında mısınız bilmiyorum ama öğretmenim, diyeceğim, çok kırıyorsunuz beni. İnsan bir selam alır, bir günaydın der. Bilgisayara öğrencilerden daha çok önem verdiğinizi düşüneceğim neredeyse. Kafanızı çevirip bir günaydın demek bu kadar zor mu yani. Sizi rahatsız etmekten korkuyorum demek istesem de siz zaten beni duymuyorsunuz bile. Bir sınıf listesi istiyor öğretmenimiz ben yine korka korka geliyorum yanınıza. Acaba yine aynı manzara ile mi karşılaşacağım diye. Bu sefer de çay içip sohbet ederken buluyorum sizi. Liste istedi öğretmenim diyorum hangi sınıf diyorsunuz, bin bir güçlükle ve asık bir suratla listeyi veriyorsunuz bana. Hangi sınıfta okuduğumu bilmenizi isterdim çünkü her gün odanıza gelip defter alıyor ve akşam da bırakıyorum. Ha evet siz o esnada bilgisayarınızla meşgulsünüz ve beni görmüyorsunuz. Bu nedenle tanımamanız çok normal. Odanızdan çıkarken iyi çalışmalar diyorum, yine cevap yok. Şeytan diyor dön geri. İyi çalışmalar dedim, de. Acaba saygısızlık mı yapmış olurum diye vazgeçiyorum bu fikrimden. Öğretmenim sizin işiniz bize değer vermek ve bunu göstermek. Bu kadar basit yani. Küserim ama artık… diyeceğim. Arkadaşı da ah şu büyükler dedi ve ümitsizce başını iki yana...

Devamını Oku

Alkış Sanatçısı

Ülkenin en büyük alkış sanatçılarından biri üniversitede öğrencilerle sohbet ediyordu. Öğrenciler onun bu mertebeye nasıl geldiğini merak ediyorlardı… Yıllar önce bir karakter testinden geçtim, diğer alkışçı adaylarıyla birlikte. Bu testte kişiliğimin her şeyi alkışlamaya elverişli olup olmadığına, küçük bir karşı çıkma ve reddetme potansiyelimin olup olmadığına bakıldı. Alınan veriler uzman kurulunca değerlendirildi. Bu aşamayı geçmeyi başardıktan sonra kollarıma bakıldı. Pazularımın ölçüsü alındı ve yeterli olmadığı görüldü. Bir korku düştü içime. Acaba alkışçı olamayacak mıydım? Neyse ki sorun çözüldü. Kollarımı güçlendirmek için üç aylık bir çalışma programına alındım. Anlıyordum: Bir alkışçının kolları güçlü olmalıydı. Yılmadan çalıştım. Üç ayın sonunda tekrar pazularımın ölçüsü alındı. Bu sefer geçmiştim bu aşamayı da. Alkışçı olmanın en önemli basamaklarından birindeydi sıra: Kurs. Uzmanlardan oluşan bir kurul bizi kursa aldı. Niçin alkışlamalıydık? Konuşmacı hangi alkışı beğenirdi? Alkışın tonu, hızı ve konuşmanın neresinde ve nasıl alkışlayacağımız gibi bir çok konuda kurs aldık. Kursun sonunda sınav yapıldı: Hem uygulamalı, hem de yazılı. Uygulamalı sınavda biraz zorlandım. Bu uzmanların dikkatini çekmiş. Beni tekrar karakter testine aldılar. Yanlış bir seçim yapmak istemiyorlardı. Bu hayat memat meselesiydi onlar için. Ya konuşma sırasında bir alkışçı alkışlamazsa ya da az alkışlarsa? Ne derlerdi Bay Konuşmacı’ya? Tekrar girdiğim karakter testinde yurt dışından gelen uzmanlarca testte tabi tutuldum bu sefer. Sonuç yine olumluydu. Bir problem görünmüyordu. Alkışçı olmak için bu üç safhayı tamamladıktan sonra stajyer alkışçı oldum. Stajyer alkışçı olarak mecliste kıdemli bir alkış sanatçısının...

Devamını Oku

Kasaba Terzisi ve Siyaset

Yazar okurlarıyla bir kitabı hakkında söyleşi yapıyordu. Kitabınızda bir hikaye var: Kasaba Terzisi ve Siyaset. Bu hikayede geçen kasaba neresi diye sordu genç bir okuru. O kasaba yıllar evvel okuduğum bir gazete haberinde geçiyordu. Doğuda bir ilçe, diye cevapladı yazar. Peki eğitim müdürü kim diye sordular. Eğitim müdürü aslında her türlü bürokrattır dedi yazar. Gelelim terziye dedi yaşlıca bir okur. Terzi dedi yazar, siyasetle ilgileniyor ve iktidar partisinin ilçe başkanı, bildiğiniz gibi. Demokrasi özellikle bizim gibi ülkelerde bazen bir terzinin bir müdüre emir verdiği bir şekle bürünür. En azından ülkemiz bu türden bir etkiye her zaman açıktır. Demokrasi siyasi aktörlerin kafalarına göre bürokratları harcayabildiği bir rejimin adı olmasa gerek. Bir terzinin eğitimi nedir ki diye sormuyorum bile. Çok iyi eğitimli bir siyasetçi de olsa böylesine bir yaklaşımda bulunamaz. Düşünün bu olaydan çok daha fazlası her gün yaşanıyor ülkemizde. Şimdi terzinin düz paça isteyen müdüre kızması ve onu kasabadan göndermek istemesi belki bazılarına komik gelebilir ama şunu unutmayın: Pantalon paçasının bir terziye itici gelmesi ve terzinin müdürü kasabadan göndermesi ne kadar mantıksızsa bir yöneticinin işinin ehli olup olmadığına bakılmaksızın bir siyasi iktidar tarafından sadece siyasi nedenlerle görevden alınması o kadar mantıksızdır. Bir terzi sadece siyasi gücünü kullanarak bürokrasiye şekil verebiliyorsa orada durup herkesin düşünmesi gerekir. Ülkemiz niçin böyledir? Halktan oy alanlar niye her işte ehil olmaya bakmaz da tamamen subjektif kriterlerle davranır. Bunun için mi oy istiyorlar acaba? Bu bir...

Devamını Oku

Fakat Ülkesi

Cennette son hazırlıklar yapılıyordu. Çok uzun yıllar önce ahirete göçmüş Bay Adaletçi tekrar dünyaya gönderilecekti. Bu ilk kez oluyordu ancak görevi çok mühimdi. Bay Adaletçi ünlü sözünün sonuna bir kelime ekleyip hemen dönecekti. Bu söz özellikle bir ülkede çok kullanılırdı ancak sözün gereği yapılmazdı. Bay Adaletçi’ye bu görevi için gizli güçler ve emrine de bir melek verildi. Beraber indiler o ülkeye. Doğruca bir mahkemeye gittiler. Girişte kocaman ‘Adalet mülkün temelidir’ yazıyordu. Acı acı gülümsedi Adaletçi… Dışarı çıktılar. Ülkede çokça olan bir kahvehaneye yolları düştü. Oturup çay istediler. Çayları yudumlarken yan masada oyun oynayanlara kulak misafiri oldular. ‘Adalet yok bu ülkede’ diyordu biri. ’Gücü olanın borusu öter. Gücü ele geçiren adaleti unutur. Hasmıyla adil olarak mücadele etmez. Zayıfken adalet ister, güçlüyken zalim olur.’. ‘Çok doğru.’ dedi diğer kişi. ‘Görmüyor musunuz olanları. Yıllarca hak hukuk diyenler yönetime gelince nasıl da unuttular eski iddialarını. Bazı şeylerle mücadele edeceğiz diye nasıl da hak yediler, zulüm yaptılar.’. Yardımcı melek dayanamadı ve ‘Peki hiç itiraz edip doğru yolu gösteren yok mu?’ diye sordu. ‘Genel olarak’ dedi üçüncü oyuncu, ‘Herkes belli bir hedef için her şeyi mübah görüyor. Yani adalet, dürüstlük ileri bir tarihe erteleniyor. Gelecekte o hedef gerçekleşince dürüst olacaklar herhalde. Belki…’. İlginç dedi Bay Adaletçi, bu ülke gerçekten benim sözümü hak etmiyor. Dışarı çıktılar ‘Hemen bu gece bu işi bitirelim.’ dedi Adaletçi. Gece yarısı işlem bitti. Bay Adaletçi ve melek cennete döndüler. Ertesi sabah...

Devamını Oku

‘Türk Kürt Kardeştir’ Sözü İçin Küçük Bir Hatırlatma

Birlikte Türkiye’ymişiz…Çanakkale’de birlikte savaşmışız…Kardeşmişiz…Bizi kimse bölemezmiş…Aynı dindenmişiz… İyi de bunları niçin tekrarlayıp duruyorsunuz?Bir tehlike mi görüyorsunuz?Madem ki öyleyiz neden korkuyorsunuz?Durun bir hikaye anlatayım size: Bir zamanlar iki kardeş varmış. Bu kardeşler çok iyi anlaşırlarmış ve hep birlikte oynarlarmış. Bir gün anneleri ‘Siz kardeşsiniz.’demiş… Ertesi gün yine… Sonraki gün yine… Aylar geçmiş ve anne bu sözü her gün söylemiş. Kardeşlerden biri bir gün dayanamamış ve kardeşine demiş ki: ’Annem niye bize her gün siz kardeşsiniz deyip duruyor? Yoksa biz kardeş değil miyiz?’. Diğer kardeş’Haklı olabilirsin, demiş, eğer gerçekten kardeş olsak bu sözü her geçen gün söylemezdi annemiz. Anlaşılan bizi ikna etmeye ve bir gerçeği gizlemeye çalışıyor. ’Sonunda kardeş olmadıklarına karar vermiş çocuklar. Sonuç olarak kardeşsek zaten kardeşiz, kardeş olduğumuzu söylemenize gerek yok. Bu sözü bu kadar çok tekrar ederseniz bir tek sonuç çıkar: Biz kardeş...

Devamını Oku

Katsayıya Mahkum Eğitim

Güzel ülkemde yine beklenen oldu ve siyasetçi kendini kurtardı. Kendisinin çözüm için her şeyi yaptığına halkı ikna etti ve Yaprak Dökümü’nde olacakları hayatının merkezine koymuş kitap okumaz halk da yargının en büyük eğitim düşmanı olduğuna karar verdi. Her şey oldu da bitti. Bir eğitim sorununun çözümü daha ertelendi. Bay erteleyici bunu iyi yapar: Fincancı katırlarını ürkütmemeyi… Bu ülkede bir konuyu istismar ederek zamanı gelince kullanmayı düşünüyorsan yapacağın şey basittir: Yargıya topu at ve işine gelmeyen bir kararda yargıyı suçla. Nasılsa kamplaşmaya alışmış dizikolik vatandaş sana inanacaktır. Düşünebiliyor musunuz? Bir ülkede YÖK’e herkes muhalefetteyken düşman. Sıcacık iktidar koltuklarına oturunca bu güzelim kurum en kullanışlı iktidar aracı oluyor ve en büyük torpiller bu kurumla yapılıyor. YÖK’ü kaldırmakla işe başlayacağına onu ele geçirip kullanmayı düşünen bir şark kafası. İşte muhteşem bir kurnazlık örneği. Kutlarım… Sanki her türlü eğitim probleminin çözümü için çaba harcandı, her şey yapıldı ve şimdi son noktada yargı çözümü engelledi. Bir şarkıda ne diyordu? Kandıramazsın beni… Bir eğitimci olarak İHL ve din eğitimi tartışmaları, meslek liseleri, üç bin kişilik kışla okullar, ikili öğretim denen Türk mucizesi!, Türk usulü sınav! denen at yarışları, bölünüp yönetilmeye çalışılan eğitim camiası, torpilci atama şekli vb. konularda ne yapıldığını merak ediyorum. Bir adam da çıksın ve ‘Ben ikili öğretimi kaldıracağım. ’desin artık.’ İHL sadece meslek lisesidir ama din eğitimi de en temel haktır. ’desin mesela.’Bu kalabalık okulları bin kişilik okullara dönüştürmek lazımdır ve okul...

Devamını Oku

Bir Sendikal Mücadele Yöntemi: Polat Alemdar

Türkiye’de memur ücretlerinde bir tercihin olduğuna inanmışımdır hep. Fazla zam yapılmaması bir tercihtir. Bunda bütçe imkanlarının yetersiz olduğuna inanacak kadar saf olmadığım için kendimi mutlu sayıyorum. Ağustosta yapılan görüşmelerden sonra yine bildik durum ortaya çıktı. Her türlü hükümet desteğiyle yetkili olan sendika kendini önemli hissetti. Bakanla poz verdi ve çok sayın sendika yetkililerinin anneleri oğullarıyla gurur duydular. Gördün mü bey oğlumuzu, televizyonda bakanla birlikte, artık ölsem de gam yemem! demişlerdir herhalde… Yani sendikacılarımızın hükümetle görüşmesi bu işe yaramaktan öte bir anlam taşımıyor. Bunun yerine ne yapılabilir? Acaba diyorum. Tüm sendika temsilcileri bir araya gelseler, bir heyet oluşturup IMF’ye kadar gitseler ve orada memurlarımızın halini anlatsalar. Biraz yalvarsalar ve Türkiye’den götürdükleri hediyeleri takdim etseler nasıl olur? Sonra da Obama’ya… Belki bir sonuç alınır. En azından hükümetle görüşmekten iyidir. Ya da diyorum, bir gizli örgüt kursak, tıpkı Polat Alemdar gibi bir adam yetiştirsek ve o ileride başbakanlığa kadar yükselse… Düşünebiliyor musunuz? Memurların adamı bir başbakan… Ne muhteşem olurdu! Bu çözüm de uzun vadeli gelirse o zaman geriye tek bir seçenek kalıyor: Başbakanın gözüne girmek. Ona yalvarmak. Emin olun daha iyi sonuç alınır. Yalakalık yapalım, nasılsa memurlar çalıştıkları kurumdan alışkındırlar yalakalığa. Gidilsin ve yalvarılsın. Ey yüce efendimiz, bize acıyın densin. Biraz da dini motiflerle yaklaşılsın meseleye. Şiirler okunsun Mehmet Akif’ten. Damardan girilsin. Tüm bu yöntemlerin mevcut yöntemden daha iyi olmadığını ileri süreceklere sadece gülerim… Beyler sendikacılık öyle pek dini ve milli hassasiyetlerle...

Devamını Oku

Sonuç ve Süreç

‘Benim muzaffer olmam gereksiz, fikirlerim zafer kazansın yeter.’ diyor Kierkegaard. Oysa günümüzde herkes, her ideoloji, her devlet, her cemaat sonuç ve zafer peşinde. Zafere endeksli bir davası olmayan yok gibi. Modernlik biraz da sonuçculuk demek. Oysa göz ardı edilen bir şey var: Süreç. Sürecin sonucu belirlemediği bir hareketten emin olamayız. Hangi yöntemlerle sonuca gittiğiniz hayati bir meseledir. Süreç konusunda bir kaygınız varsa orada devreye ilkeler girer ve sizi doğru yola yöneltir. Adaletli, ahlaklı ve dürüstçe mücadelenizi götürürsünüz. Önemli olan dürüstçe mücadele etmiş olmaktır. İnsan olarak göreviniz budur. Bu mücadelenin sonunda zafer olmayabilir ama galiptir böyle mağlup denebilir. Süreç kaygısı bizi ilkeye yani fikre yöneltir. İlle de ben muzaffer olacağım diyen bir davanın varacağı nokta rakibinin mücadele araçlarını kullanmaktan öteye gidemez. Mücadele ettiğini sanan mücadele ettiğine benzer ve kazanan yamukluk olur. İşte o noktada tüm davalar benzeşir ve fark yok olur. Sonuçcuların en çok sürece dikkat etmesi gereken taraftan çıkmasına ne denir peki? Ne acıdır ki mücadelelerine bakıldığında  kendilerine yapılanın aynısını karşı tarafa yapıyorlar. Kötülüğü ne kadar da güzel öğrenmişler. Kendilerine yapılan zulmün bir fazlasını rakiplerine yapınca kendilerini muzaffer sayıyorlar. Mekke’yi fetheden önderleri eğer kendisine yapılan zulmün aynısını karşı tarafa yapsaydı tüm Mekke’yi kana bulardı. Ancak o kötülüğü öğrenmek için gelmemişti. Güzel ahlakı tamamlamak için gelmişti ve mücadelesini o tek ilkeye uygun sürdürdü. ’Düşmanlarımıza adaletten başka verebileceğimiz hiçbir şeyimiz yok.’ demiş Aliya İzzetbegoviç. İşte bir süreççi daha. Sonuca değil sürece...

Devamını Oku

İsmi Çizilen Memur

Genç memurun ismi çizilmişti. Bunu öğrenmesi kolay olmadı. Bir dilekçe yazdı ve ofise verdi. Cevabın gelmesi bir ayı buldu. Gelen cevapta bir torpilin yapılmasına engel olduğu ve bu nedenle isminin çizildiği bildiriliyordu. Olay şöyle olmuştu: Genç memur bir sınavda görevliydi. Sınav salonunda bir torpilli vardı ve ona yardım edilecekti. Genç memur buna engel oldu. Bu durum amirlerinin hoşuna gitmemişti. Mahcup olmuşlardı yakınlarına karşı. Genç memurun isminin çizilmesi kararlaştırıldı böylece. Hemen yukarılara raporlar gönderildi. Genç memurun çarkın dişlisi olmayı reddettiği, yani uyumsuz olduğu amirlerince bildirildi. Yukarıdaki büyük amirler yılanın başını küçükken ezmenin önemini bilen kişilerdi. Hemen ilgili memurun isminin çizilmesi onaylandı. Bir seferinde buna benzer bir vakada memurun üstünü çizmemişlerdi ve o memur başkentte önemli makamlara kadar yükselmişti. Neredeyse düzeni bozacak güce erişmişti ki zar zor makamından edilebilmişti. Bu yüzden dürüst memurlar asla affedilemezdi. Torpile engel olduğu için isminin çizilmesi ofisteki durumunu da zorlaştırdı genç memurun. Kimse onunla birlikte görülmek istemiyordu. Ondan olabildiğince uzak duruyorlardı. Bazıları her ne kadar genç memuru haklı bulsalar da düzene ters düşmek istemezlerdi. Bazıları da onu gerçekten haksız görüyordu. Ne olmuştu yani, ufak bir yardımın kime ne zararı dokunurdu? Uyumsuz olmanın alemi var mıydı canım? İsmi çizilen memur üç yıllık bir gözlem altına alınırdı. Üç yılın sonunda davranışlarında müspet! bir değişme olursa isminin üzerindeki çizgi kaldırılıyordu. Genç memur için de aynı kural uygulandı. Ancak o değişmemişti. Yine amirlerinin torpil taleplerini geri çevirdi. Kanun dışı uygulamalara...

Devamını Oku

Gelişim Raporunu Anlayan Velinin Mutluluğu

İlköğretim bir, iki ve üçüncü sınıf öğrencilerine kasım ve nisan aylarında verilen gelişim raporlarını bir velinin anlayabilmesi için uzman olması lazım. Amaç öğrencinin gelişim düzeyi hakkında veliyi bilgilendirmekse bunun daha anlaşılır şekilde veliye bildirilmesi gerekir. Türkçe ve matematik bölümü kısmen anlaşılır olsa da bir velinin matematiği hayatla ilişkilendirme becerisinden ne anlayabileceği tartışılır. Bu veli çocuğuna ne diyecektir? Matematiği hayatla daha iyi ilişkilendirmelisin mi? Hayat bilgisine bakar mısınız: Kaynakları etkili ve verimli kullanma becerisi, öz yönetim becerileri gösterme, bilimin temel kavramlarını doğru kullanma becerisi ve kişisel niteliklerin gelişimi. Bir veli bu kriterlerden bir şey anlayıp gerekli tedbirleri alabilecekse ya eğitim profesörüdür ya da bir dahidir. Sanatsal biçimlendirme becerisi, estetik bilinç gelişimi, sanat eserlerini anlama becerisi… Bunlar da görsel sanatlardan. Bir baba eşine şöyle seslenir herhalde… Karıcım, çocuğumuzun estetik bilinci iyi değilmiş ve sanat eserlerini anlayamıyormuş. Nasıl bir önlem almalıyız sence? Eş ne desin? Sen bilirsin bey… Müzik kültürüne duyarlı olma, müziksel algı becerisi ve müziksel yaratıcılık becerisi. Çocuğunuz müzik kültürüne duyarlı değilse ne yapacaksınız? Müziksel algı ne demek? Ya müziksel yaratıcılık? Sağlıklı hayat kurallarını uygulama becerisi, birlikte davranabilme ve kurallara uyabilme. Beden eğitimi dersinde de bunlar var. Sağlıklı hayat kuralları nelerdir ve birlikte davranabilme nasıl olur? Velinin ne anlaması gerekir bunlardan? Eskiden pekiyi vardı. Herkes anlardı. Şimdi puan var, beş var, gelişim raporu var… Kafamız karışık, bir şey...

Devamını Oku

Zayıfın İyiliği

Bay Zayıf mahallede herkesin takdir ettiği bir insandı. Asla kimseyi kırmazdı. Kimseye kötülük yaptığı görülmemişti. Zayıf olduğu için itilip kakılır ama yine de gıkı çıkmazdı. Dayak yerdi çoğu kez. Acırdık ona. Ancak mahallemizin genç bilgesi Bay Zayıf’la ilgili bizden farklı düşünüyordu. Daha belli değil diyordu. Mahalleli genç bilgeye içten içe kızıyordu fakat bir bildiğinin olabileceğini de gözardı edemiyordu. Gel zaman git zaman Bay Zayıf güçlendi. Vücut geliştirme merkezlerine gitti. İlaç kullandı. Vücudu gelişti ve üçgen vücutlu biri olup çıktı. Bir gün mahallede bir gürültü koptu. Bizim eski Bay Zayıf veya artık Bay Güçlü birini kıskıvrak yakalamış dövüyordu. Ayırmaya çalıştık ama Bay Güçlü eski zayıf günlerinin acısını çıkartırcasına vuruyordu adama. Daha önceleri onu nasıl ezdilerse öyle eziyordu adamı. Güçlükle ayırabildik. Ben güçlüyüm artık, ezilmem artık, aksine ezerim herkesi diye bağırıyordu. Bu sözleri duyunca aklıma bilgenin daha belli değil demesi geldi. Hemen bilgeye koştum ve haklı çıktın dedim. Bilge, bir adamı dedi, zayıfken değil güçlüyken değerlendirmek gerekir. Kişiliği o vakit ortaya...

Devamını Oku

Organize Torpil

Türklerin genelde organizasyon konusunda pek de becerikli olmadıkları söylenir. Oysa biz Türkler torpili organize olarak yapan yegane milletiz. Bunu  Milli Eğitim Bakanlığı’nın yıllardır yönetici atama konusundaki tutumuna bakarak anlayabiliriz. Hüseyin Çelik, bakanlığının son günlerinde 657 sayılı devlet memurları kanununun 76. maddesine dayanarak binlerce yönetici ataması yaptı. Bir bakan Ankara’da bu kadar yöneticiyi hangi kritere göre ve nasıl değerlendirdi de atadı? Bu atamaların objektif kriterlerle yapıldığını söyleyebilecek bir vicdan sahibi var mıdır? Listeler nerede ve nasıl hazırlandı? Bu muhteşem torpil organizasyonu için kimi kutlayalım? Tüm bu soruların cevabı bellidir aslında: Biz Türkler torpili iyi biliriz. 2007 Nisan ayında da atamalar yapıldı. Duyuruya çıkılmadan ve dilekçeyle. Kimsenin haberi olmamıştı atama yapılacağından. O atamalarda torpil organize ve yıldırım hızıyla yapılmıştı. Hem organize, hem hızlı: İşte gurur duyulacak bir başarı daha. MEB son olarak yeni bakanla bir atama yönetmeliği daha yayınladı. Bu sefer torpil esas alınmamış. Garip bir durum. Torpili arıyor gözlerimiz. Onu özledik. Demek ki mahkemeler torpile geçit vermeyince birden adalet aklımıza geliveriyor. İşte dünyaya bir örneklik daha: Köşeye sıkışıncaya kadar torpile devam et, köşeye sıkışınca adaletli davran. Sevinelim mi? Yılardır adaletli bir şekilde atamalar yapılsaydı ve eğitimin diğer problemlerine çözüm için zaman harcansaydı daha iyi olmaz mıydı? Dünyanın bizim torpil uygulama örneklerimize ihtiyacı yok ki. Hem ihtiyacı olan Türkiye’nin özelikle kamu kurumlarındaki yönetici atamalarına bakar ve istediği dersi alır. Türkiye tarihi biraz da torpil tarihidir. Artık yetmez mi? Biraz da adalet...

Devamını Oku

Adalet Giremez

Kapıya gelen herkes kimliğini gösterip içeri giriyordu. Hasta ve cılız Bay Adalet de saraya girecekti. Kapıya geldi ve ben adaletim dedi. İçeri girmek istiyorum. Güvenlikçi lütfen kimliğinizi gösteriniz dedi. Beni tanımadınız mı, ben adaletim. Hani şu mülkün temeli olan… dedi adalet. Güvenlikçi yine kimliğini istedi. Bunun üzerine kimliğini gösterdi Bay Adalet. Buyrun işte, yalan söylemem ben, dedi. Güvenlikçi kimliğe baktı ve telsizle, o, burada içeri girmek istiyor ne yapayım diye sordu. Bay adalete biraz beklemesini söyledi. Bay Adalet birkaç dakika bekledi ve tekrar içeri girmeye yeltenmişti ki etrafı polislerce sarıldı. Sessiz kalma hakkınız var Bay Adalet dedi, bir polis. Ancak konuşacağınız her şey mahkemede aleyhinizde delil olabilir. Siz ne yapıyorsunuz? Ben adaletim ve bu adliyeye girmek istiyorum diye haykırdı adalet ama aldıran olmadı. Polisler adaleti kıskıvrak yakalayıp polis merkezine götürdüler. Sorgusunda sessiz kaldı. Savcılığa sevk ettiler. Savcı onu tanımadı. Ben adaletim deyince ben de başbakanım dedi savcı. Ardından mahkemeye çıkartıldı Bay Adalet. Suçu adliyeye girmeye çalışmaktı. Hakimin arkasında şöyle yazıyordu: Adalet mülkün...

Devamını Oku

Ezberci

Bay Ezberci dairesinden çıkar. Ayakkabılarını bağlarken asansörü kata çağırır, her zamanki gibi. Bağcıksız ayakkabı giydiğinde ise kapıyı kilitlerken asansörü çağırır her zaman. Asansöre bindiğinde alarmı açar ve alarmın sesine gıcık olur hep. Apartmandan dışarı sağ adımını atar önce ve besmele çekmeyi unutmaz. O anda aklına ibadetlerini aksattığı gelir ve hayıflanır her sabah. Sokak pistir, betondur. Aynı şekilde belediyeye ve kendine kızar. Bu arada saatine bakar cep telefonunun. Saat hafta içleri hep aynıdır. Sokakta hep aynı öğrencilerle karşılaşır. Caddeye indiğinde sokak satıcılarının artıklarını temizleyen çöpçüye selam verir. Ne de olsa o alttadır ve kompleks yapmasına gerek yoktur. Giydiği takım bu sabah farklıdır ancak iki gün önceki takımdır. Bay Ezberci bu farklılığı önemsemez. Geri kalan her şey aynıdır ne de olsa. Yürür cadde boyunca, hep aynı trafik ve aynı koşuşturmaca. Hızlı giden araçlara kızar. Hız çağını düşünür ve artık bırakmalıyım şu aynı şeylere takmaya diye kendi kendini azarlar. Caddede kendini farklı hisseder, iyi giyimlidir çünkü. Kadınların dikkatini çekmek hoşuna gider her zaman. İşte yine o büyük beton ucubenin önüne gelmiştir. Bu binayı buraya diktin peki park nerede len diye sorgular ancak dün de, önceki gün de düşünmüştür bunu. Bay Ezberci caddenin sonuna doğru karşıya geçer. Bir yıl boyunca karşıya geçmemiş, caddenin sonuna kadar yürüyüp, sola dönmüş ve ışıklardan karşıya geçmiştir. Bu yeni yoludur ve yeni ezberini sevmiştir. Çünkü karşıya geçince ışıklarda beklemesine gerek kalmadan yürüyebilmektedir. Ayrıca bir ezberini bir yıl sonunda...

Devamını Oku

Kayıtçı

Kayıtçılar sıraya diye bir çığlık duyuldu. Herkes sıraya geçti ve sustu çünkü kayıtçı denetçisi gürültüden hoşlanmıyordu. Geçenlerde gürültü yapan kayıtçılardan bazılarının içeri girmesini engellemiş ve siz sonra, bay müdür geldiğinde uğrayın demişti. Bay denetçi sıraya geçen kayıtçıları şöyle bir göz ucuyla süzdü. Tam bir otorite sağladığını anlayınca kredi kartlarınızı hazırlayın, itiraz etmeyin ve nazik olun diye uyardı herkesi. Kayıtçılar sabahın dördünde sıraya geçmişler ve ön sıralardan yer kapmaya çalışmışlardı. Sıranın arkasında kalanlar şanslarının az olduğunu bilseler de sorunu parayla halledebileceklerini düşünüyorlardı. Para kayıtçılıkta çok önemli bir unsurdu çünkü. Sıra kıpırdadı ve kafile sessizce içeri doğru harekete geçti. Büyük giriş kapısına gelindiğinde durdu. Herkes elini cebine attı ve geçiş parasını hazırladı. Parayı  bay toplayıcı topluyordu ve aldığı parayı elindeki torbaya atıyordu. Bu arada parayı verip içeri giren herkes güvenlik kamerasına bakıp gülümsüyordu. Çünkü kamera bay müdürün odasına bağlıydı ve parayı gülümsemeden verenler kötü sicil alıyordu. Bunu kayıtçılar duymuştu ve taktiği biliyorlardı. Sıranın tamamı içeri girdi ve koridorda ilerlemeye başladı. Bir kaç adım attılar ki yollarına bir görevli çıktı. Okulun armasını satıyordu ve almak mecburiydi. İtiraz eden olmadı çünkü itiraz kötü sicil demekti. Her kayıtçı armalardan aldı,hatta bazıları birkaç tane aldı. Armaları satan bay satıcı eğitim için, çocuklarınız için diyordu. Kayıtçılar kayıt yaptıramama ihtimalleri bile olsa küçücük bir ümit ışığı için her türlü fedakarlığı yapamaya hazırdı. Kayıtçı kafilesi ilerleyişini sürdürdü. Karşılarına merdivenler çıktı. Ancak merdivenler bir kurdela ile kapatılmıştı ve geçilmez...

Devamını Oku

Savaş ve Barış

Son zamanlarda barış için diye başlayan sözleri sık duyar olduk. Bu vesileyle aklıma bir zamanlar ninemden dinlediğim şu masal geldi: Bir varmış, bir yokmuş… Bir zamanlar bir ülkede iki kardeş yaşarmış… Kardeşlerden biri diğerinden daha güçlü ve büyükmüş. Büyük kardeş rahmetli anne babalarından kalan evde tek söz sahibiymiş. Evin gelirini kendisi harcar ama kardeşini de mağdur etmemeye çalışırmış. Evde sözü geçmeyen küçük kardeş bundan hoşnut olmasa da bir şey yapamazmış ancak yıllar içinde ağabeyine karşı bir mücadele yöntemi geliştirmiş. Hem kendisi güçleniyor ve büyüyor hem de yavaş yavaş komşularıyla ilişkilerini geliştiriyormuş. Komşular ilk zamanlarda büyük kardeşe karşı açıktan açığa küçüğü destekleyemeseler de gönülleri hep küçük kardeşten yanaymış. Bunun nedeni kardeşlerin ölmüş anne babalarının komşularıyla olan geçimsizliğiymiş. Küçük kardeşi destekleyerek evi karıştırmayı ve kardeşleri ayırmayı, en sonunda da eve sahip olmayı planlıyorlarmış. Küçük kardeşin büyüdüğünü ve ağabeyin eskisi kadar güçlü olmadığını gören komşular harekete geçmenin zamanıdır deyip işe koyulmuşlar. Toplanıp ağabeye gelmişler ve şöyle demişler: Sen yıllarca kardeşini ezdin. Hakkını gözetmedin. Karşında hiç söz hakkı olmadı zavallının. Anne baban da onu bir üvey evlat gibi gördü. Artık yeter. Biz komşular kardeşinin yanındayız. Eğer köyde yaşamaya devam etmek istiyorsan evi ikiye böleceksin. Yarısı kardeşinin olacak. Dediğimizi yapmazsan köyde dolaşamazsın. Çocukların oynayacak arkadaş bulamaz. Kahveye bile gelemezsin. Bakkal sana bir şey satmaz. Seni aramıza almayız. Bizden aldığın borçları hemen isteriz. Sen bunları yapmazsan biz zaten kardeşinin yanındayız. O zorla bölecek evi… Ağabey...

Devamını Oku

Torpil Departmanı

Sarayın büyük toplantı salonunda uzunca bir masanın etrafı ciddi adamlarca çevrilmişti. Toplantı vardı. Torpil departmanı başkanı toplantıyı yönetiyordu. Toplantının konusu ülkedeki torpil işlerini bir düzene koymak ve torpilde adaleti sağlamaktı. Başkan toplantıya beyefendinin de katılabileceğini söyledi. Öyle her departmanın toplantısına katılmazdı beyefendi ama bugün bir torpil yapabilirdi. Ülkede iki önemli torpilci grup vardı. Bu gruplardan biri dini kullanırdı diğeri laikliği. Sarayda kim söz sahibi ise o grubun torpilcileri şanslı oluyordu. Bu sefer diğer torpilci grup mağdurları oynuyor ve adalet istiyordu. Bu kısır döngü ülkenin kaderi gibiydi. Dolayısıyla torpilin ülkede uygulanışında bir konsensüs sağlanmalıydı. Bunun için bir kanun hazırlandı. Genel başkan kararı meclise götürecek ve karar kanunlaşacaktı. Arkadaşlar dedi başkan, bu konuda torpil yapmayacağıma emin olun. Ülkemizdeki torpil işleri artık tek elden yürüyecek ve adalet sağlanacaktır. Kanunlaştıktan sonraki hedefimiz torpil yönetmeliği olacaktır. Bu nedenle bir çalışma grubu oluşturmalıyız. Özellikle torpil yönetmeliği ülkemiz için hayati bir mesele olagelmiştir. Başkan sözlerini bitirmeden içeri beyefendi girdi. Beyefendi torpil toplantısının hayırlara vesile olmasını diledi. Torpil departmanı üyeleri beyefendiye yakın olmanın torpil konusunda ne denli önemli olduğunu bildiklerinden beyefendiyle bir fotoğraf çektirmenin derdindeydiler. Torpil Kanunu Saray meclisi saray içi her türlü atamada torpilin geçerli olacağına ilişkin saray görevlilerinin atamalarında uygulanacak torpilin metodları adlı kanunu kabul etti. Kanun kabul edilirken kanunun özüne ilişkin bir tartışma yaşanmadı. Saray vekilleri atamalarda her türlü torpili meşru kabul ediyordu ancak bu torpilin uygulanmasında hangi usullerin geçerli olacağı hususunda tartışmışlardı. Özellikle...

Devamını Oku

The Godfather

Kızım, dedi yaşlı pizzacı kızım benim her şeyimdi. Onu çok büyük emeklerle büyüttüm. Ona aile şerefini öğrettim ve bir İtalyan kızının ahlakını verdim. Henüz koleje gidiyordu. Çok güzeldi, melekler kadar güzel. Akıllıydı, ileride çok iyi bir anne olabilirdi. Ancak Don Corleone, o şımarık zengin amerikan züppesi kızımı hunharca katletti. Meleğimi katletti. Canımı, kanımı, her şeyimi… Yaşlı pizzacı başını önüne eğdi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Tüm vücudu titriyor ve sarsılıyordu. Kısa bir süre sonra  sustu ve başını kaldırarak Babaya baktı. Onun nerede saklanıyorsa bulunup ölmesini istiyorum, hem de o kızımı nasıl doğradıysa öyle diye haykırdı. Odada buz gibi bir hava esti. Danışman Tom Hagen Don Corleonenin oğlu Sony’e bakıyordu. Sony elindeki viski kadehini masaya bıraktı ve odadan çıktı. Çıkarken kızgındı. Tom Hagen Babanın tepkisini dikkatle izliyordu. Acaba ne diyecekti? Baba kucağındaki kediyi bıraktı ve ayağa kalktı. Benim eski dostum dedi. Sen amerikada cenneti buldun. En son ne zaman yanına karını da alıp bana bir kahve içmeye geldin? Sen oğlumun vaftiz babasısın ancak başın sıkışınca beni hatırlıyorsun. Bana bir baba bile demiyorsun. Pizzacı hatasını anlamıştı. Baba dedi, dostluğumu kabul et ve benden yardımını esirgeme. Kızımın katilini bul ve ölmesini sağla. Ne istersen veririm. Babanın canı sıkılmıştı. Bana bu kadar saygısızca davranman için sana ne yaptım? Sen yıllarca benim dostluğumu reddettin ve şimdi ağlıyorsun. Eğer yıllardır dostum olsaydın şimdi yalvarmana gerek kalmazdı. O serseri de çoktan cezasını çekiyor olurdu, dedi. Pizzacı...

Devamını Oku

Hz. Ömer'in Koyunu

Hz. Ömer yöneticilik sorumluluğunun yüzyıllardır en önemli kuralını formüle etmiştir. Bu kural onun dünya görüşüne zıt toplumlarca kabul görmüş ama aynı dini paylaştığı nice toplumlarda bu kuralın artık esamesi bile okunmamaya başlar olmuştur. Koyunun başına bir çok felaketler gelmiş ama Ömerlerin umurunda olmamıştır. Ömerlere göre koyunun nehir kenarında ölmesi, nehre düşmesi ya da hırsızlarca çalınması öncelikle ilahi bir uyarıdır. Koyunun sahibi sapıtmıştır ve ilahi adalet onu uyarmıştır. Dolayısıyla Ömerlerin yapabileceği ne olabilir? Bir başka görüş nehrin yüzyılın felaketi denilecek ölçüde taşmasıdır. Nehir taşmasaydı yani iklim değişikliği olmasaydı koyun sağlam ve hayatta olacaktı. Ömerler yüzyılda bir gelen meteorolojik bir olayı nasıl engelleyebilir? Bir diğer görüş koyununa sahip çıkmazsan kaybolur görüşüdür. Ne yani sen koyununu gütmeyeceksin, bağlamayacaksın sonra da sorumlu Ömerler mi olacak? Koyun kaçar, nehir taşar demiş bir Ömer. Ömerlerin en yaygın inanışı ise koyun sahiplerinin sorumsuzluğu. Kimse koyununu bağlamıyor. Suçlu koyun sahipleridir yani. Bu Ömerler devlet işinde de kendi işinde de aynı mumu kullanıyor zaten. Devlet işini yapıyorlar bir de mumun parasını mı ödesinler? Koyundan ve mumdan daha önemli davaları var...

Devamını Oku

Hız Çağı

Modern çağı bir hız çağı olarak adlandırmak mümkündür. Bu çağda her şey ve herkes daha hızlı olmak zorundadır. Üretim ve tüketim hızlıdır. Arkada kalan, yavaş ilerleyenin yaşama şansı yoktur. Tüm toplumlar hız çağının peşine takılmış koşarlar. Önde olanlara gelişmiş, ortalarda olanlara gelişmekte olan ve en geride kalmış toplumlara da az gelişmiş dense de gerçek olan herkesin bu yarışta olduğudur.Yarışa katılmak istemeyenler zorla sokulmuştur yarışa. Buna modernleşme denir. Yani herkesin hız trenine binmesi. Frene basan yok. Herkes gönüllü. Hız çağının insanı hıza iman etmiştir. Arabası hızlıysa havası yerindedir. Bindiği uçak çok hızlıdır. Bilgisayarı ve interneti de hızlı olmak zorundadır. Hayatı hızlıdır bay modernin. Hızlı düşünür, hızlı hareket eder. İbadeti hızlıdır. Yemeği fastfooddur yani hızlı yenmek içindir. Hızlı üretir, hızlı tüketir. Bay moderni sanki bir atlı kovalamaktadır. Bu açıdan yani hıza iman açısından toplumlar ve insanlar arasında fark yoktur. Dindar da hızlıdır, dinsiz de. Müslüman da hızlıdır, Budist de ve Hristiyan da. Afrikalı da hızlıdır Avrupalı da. Modernlik hızla mutlu olunacağına inandırmıştır herkesi. Mutluluk ya da dünya cenneti karşıdadır ve hızla koşmalıyız ona der. Ancak hızdan başı dönmüş insanoğlunun hızla yitirdiklerini gördükçe frene basmanın önemini anlarız. İnsanoğlu kitlesel olarak hızla birbirini öldürüyor. Dünya kaynakları hızla tüketiliyor. Dünyamız hızla kirleniyor. Ruhsal sapkınlık hızla yayılıyor. Uyuşturucu kullanan gençler hızla çoğalıyor. İnsanlık  kendini görsel medyayla ve internetle uyuşturmanın peşinde. Hızla yok oluyor ve yok ediyoruz. Dünya cenneti yalan. Karşımızda bir uçurum var ve biri...

Devamını Oku

T'ler, K'ler ve P

Geçenlerde marketten evin ihtiyaçları için bir şeyler aldım.Malum ramazan ayı geldi. Biraz hazırlık yapmak gerekiyor. Akşam vaktiydi. Dönüşte sıcak sıcak pide de aldım. Neyse… Eve geldiğimde pidelerin sarılı olduğu gazete parçasına gözüm takıldı. İftardan sonra biraz göz attım. Bir röportaj vardı. T adlı ülkede K sorunu ve P örgütüyle ilgili bir fikir adamının görüşleri alınmıştı. Şunlar yazılıydı hatırlayabildiğim kadarıyla:Muhabir: Bay Ö, neler oluyor son zamanlarda? Bay Ö: Olan şu: T adlı ülke uzun yıllardır P örgütüyle mücadele etti. Maddi manevi kayba uğradı. Şimdi T ile P bir mafya reisi tarafından barıştırılıyorlar. Mafya reisinin çıkarları bunu gerektiriyor. Muhabir: Çıkarları için bile olsa sonuçta hayırlı bir olaya kalkışmıyor mu reis? Desteklenmemeli mi? Bay Ö: Şimdi süreci konuşmalıyız önce. Ne oldu bunca zamandır? T bu mücadeleyi kazandı mı? P örgütünü sildi mi, bitirdi mi? Yani yendi mi P yi? Hayır… Peki, P davasından vazgeçti mi? P ve destekçileri “Biz bunca zamandır şu kadar bu ülkeye zarar verdik. Kan akıttık. Pişmanız ve bu mücadele yönteminin zararlarını gördük. Bırakıyoruz mücadeleyi.” diyorlar mı? Hayır. Ne yapıyorlar? İlk kanlı baskını kahramanlık destanı olarak sunuyorlar. Dolayısıyla ortada bitmemiş bir dava var. Muhabir: Kanın durması iyi değil mi? Bay Ö:  T bu örgütü tamamen olmasa da genel anlamda yenseydi, marjinal bir seviyeye indirseydi ve şimdi yapmaya çalıştığını yapsaydı yani haklarını verseydi K lere bu devletin büyüklüğü olurdu. Sen silahla almaya kalktın ama alamadın. Ben yine de sana bu...

Devamını Oku

Kafkaesk Okul

Ülkemizde okul birçok yönden kafkaesk bir yapıdadır. Okullarımız Kafka’nın Şato’sundan farksız gibidir. Şato ya da okul vardır, karşınızdadır ama siz oraya giremezsiniz. Sanki gizli bir el sizin oraya girmenizi engeller. Öyle bir sistem kurulmuştur ki  okula ulaşma çabanız Şato’daki kadastrocunun şatoya girme çabasıyla aynıdır. Ümitsiz ve karmaşık bir süreç.Akılla kavranması imkansız bir sistem. Kafka’nın öykülerindeki yaşam gibi. Özellikle bu sistemde öğrenciye bir “Dava” açılmış gibidir. Öğrenci mahkumdur aslında ama özgür bırakılmıştır. Suçunu bilmemektedir. Kendini savunamamaktadır. Bir yönüyle işkence yapılmaktadır öğrenciye. Baştan sona okulların o soğuk ve itici ortamı, sınav sistemi öğrenci mutlu olamasın diye vardır sanki. Diyebiliriz ki şatoya girmek okul ya da üniversiteye girmekten daha kolaydır. K’nın idamdan kurtulması mümkündür ama bir öğrencinin eğitim sisteminin elinden kurtulup kişiliğine kavuşması ve mutlu olması imkansızdır. Gün gelir öğrenci adına SBS, ÖSS denilen Türk usulü sınavlarda  Bay K gibi göğsüne bıçağı yer. Ona ve ailesine kalan bir utanç duygusudur yalnızca. Baştan sona absürd ve akıl dışı bir sistem “Sen başaramadın ve  Şato’ya giremezsin” der. Toplum bu saçmalığı sorgulamaz ve cezasına razı olur tıpkı Bay K gibi. Bir ülkenin ve bir halkın maddi-manevi birikimi bir saçmalık için feda...

Devamını Oku

Cennetteki Türk

Cennetin kapılarında giriş için gerekli belgeleri veren kişiler tek tek üst aramasından sonra içeriye alınmaya başlandı. İçeri giren Türk etrafa şaşkın şaşkın bakmaya başladı çünkü etrafta hiç apartman yoktu. Türk hemen en yakındaki danışma merkezine başvurdu. Apartman dairesi istiyordu. Cennetin güzelim köşklerini, saraylarını bırakmış bir daire arıyordu. Görevlilerden biri şöyle dedi Türk’e: Artık öldün ve cennettesin. Sana köşk vereceğiz. Apartmandan kurtuldun...

Devamını Oku

Tükürdüğünü Yalayanlara Mazeret Üretim Merkezi

Açılış için her şey hazırdı. Merkeze ev sahipliği yapacak saray en ince ayrıntısına kadar süslenmiş ve her yan bayraklarla donatılmıştı. Sarayın geniş bahçesine konuklar için görkemli koltuklar konmuş, garsonluk yapacak kızlar büyük bir titizlikle seçilmişti. Güvenliği ülkenin özel kuvvetleri sağlıyordu. Ne de olsa ülkenin en büyük asilleri bu merkezin açılışına katılacaktı.Günler öncesinden duyurular yapılmış, ülkenin en büyük televizyon kanalları bu açılışı yüzyılın olayı diye duyurmuştu. Törene halktan çok az kişi çağrılmıştı. Çağrılanlar daha önce tükürdüğünü yalayanların arasından seçilmişlerdi. Siyasetçi asiller için böyle bir titizlik gösterilmemişti nedense. Nihayet özel birliklerde bir hareketlilik oldu ve görevliler heyecanla koşuşturmaya başladı. En büyük asil saraya girmişti. Büyük bir ciddiyetle tahtına oturdu. Diğer davetliler de ondan sonra yerlerine geçtiler. Tören başladı. Sunucu kısa bir açılış konuşması yaptı ve sözü ülkenin en büyük asiline verdi. Kürsüye çıkan büyük asil konuşmasına iyi dileklerle başladı ve devam etti: Bu merkez ülkemizin medarı iftiharıdır. Dünyada tektir, bir örneği daha yoktur. Ülke olarak tükürükle aramızdaki o sarsılmaz bağ bazılarınca kıskanılmakta ve bizlere haksız yere saldırılar olmaktadır. Efendim biz niye tükürdüğümüzü yalıyormuşuz sürekli. İşte bu muhteşem merkez bu konuda bilimsel çalışmalar yapacak ve ülkemize çok değerli bilim adamları kazandıracaktır. Tükürdüğümüzü yalamamızın sebeplerini bilimsel olarak ortaya koyacaktır bu merkez. Biz de artık bu haksız saldırı ve ithamlardan kurtulacağız. Herkesi tükürdüğünü yalamaya ve bundan utanmamaya davet ediyorum. Saygılarımı sunarken yaşasın tükürük ve onu yalayanlar diyorum. Büyük adam kürsüden indi. Daha önce hazırlanan...

Devamını Oku

Yarış Ülkesi

Bir varmış bir yokmuş. Dünyada bir yerlerde bir ülke varmış. Bu ülkede çocuklar ve gençlerin hayattan zevk almalarını önlemek temel kanunmuş. Bunun için çocuklar birer yarışçı gibi yetiştirilir ve hayatın güzelliklerini yaşamaları engellenirmiş.Anne babalar daha yürümeyi öğrenir öğrenmez çocuklarının diğer çocukları geçmesi için çabalar dururmuş. Her şey yarışmış bu ülkede. En çok kimin çocuğunun annesini emdiği bile bir yarış haline gelirmiş. Kimin çocuğu daha uzun emekledi gibi tartışmalar eksik olmazmış bu ülkede. Derken okul çağı gelip çattığında tüm anne babalar büyük yarışın başlamasını törenlerle kutlar ve bayram yaparlarmış. Çünkü tüm diğer küçük yarış ve antrenmanlar bu büyük yarış için bir hazırlıkmış. Okul denen hipodromda her gün küçük küçük yarışlara sokulan çocuklar akşam olduğunda eve bir sonraki yarışın hayaliyle dönerlermiş. Hafta içleri hipodromda eğitilen yarışçılar hafta sonları da daha profesyonel uzmanların olduğu paralı hipodromlara gidermiş. Her çocuğun aldığı derece kaydedilir ve başarısının artmasına çalışılırmış. Günlük yarış sonuçları, aylık yarış sonuçları ve yıllık yarış sonuçları gibi çizelgeler her çocuk için büyük bir titizlikle tutulurmuş. Her hipodrom yılı sonunda büyük bir yarış daha düzenlenir ve bu yarışla diğer tüm yarışların ortalaması alınıp her yarışçının performansı belirlenirmiş. Yarışı sevmeyen, koşamayan çocuklar en büyük üzüntü kaynağıymış anne babalar için. Böyle bir durumda hemen psikologlara gidilir, yarış hocalarına başvurulur ve sorun giderilmeye çalışılırmış. Yarışı ve hipodrom okulları eleştiren bazı kişiler çıksa da bu ciddiye alınmazmış. Çocuğunun eğitimi için harcayacak parası olanlar özel yarış hocaları tutup...

Devamını Oku

Medya Çağı

Bir zamanlar içinde yüz binlerce insanın yaşadığı dev bir zindan varmış. Zindanın dış dünyayla bağlantısı sadece birkaç küçük pencereymiş. Zindan halkı bu pencerelerden bakar ve dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalışırmış. Pek de ilgileri yokmuş zaten dünyayla. Herkes içeride doğduğu, büyüdüğü ve dünyayı da görmediği için zindanı yadırgamadan yaşayıp gidiyormuş.Yıllar böyle akıp geçmiş. Derken devirler değişmiş ve artık insanların zindanlarda yaşayıp birkaç küçük pencereden dünyayı seyretmesi ayıplanır olmuş. Taştan duvarlar yıkılmış ve yerine camdan duvarlar yapılmış. Ancak bu cam duvarlar kullanılan teknoloji sayesinde sadece zindanın efendisinin istediği görüntüleri gösteriyormuş. Camdan zindanın sakinleri bu görüntülere bakarak artık dünyanın değiştiğini, kendilerinin de özgürleştiğini sanmışlar. Sevinç çığlıkları sarmış tüm...

Devamını Oku

Çirkin Miras

O gün bir bayram sevinci hakimdi kasabada. Kasabanın sevilmeyen devlet görevlisi başka bir yere tayin olmuş ve ayrılıyordu. Eşyasını taşımak için kimse yardıma gitmedi kasabadan. Kendi müstahdemleri bile eşyasını zorla taşıyorlardı. Bay görevli ise kasabadan ayrıldığına seviniyordu. Üç yıldır bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde gençliğini harcamıştı. Kasaba ve köyleri için çok yararlı işler yapamamış ancak bu geri kalmış bölgede daha fazlasının yapılabileceğine de inanmamıştı. Kasabada kaldığı üç yıl boyunca insanlar arasında ayrımcılık yapmış, adaletle davranmamış ve rüşveti yaygınlaştırmıştı. Kasabalı arasına nifak tohumları ekmiş, ayrılıkları körüklemişti. Bay bilge ise kasabalının bu sevincini anlayamıyordu bir türlü. Kasaba ahalisi de onun bu sevinçsiz halini… Eşya yükleme tamamlandı. Eşya kamyonu hareket etti. Bay görevli kendi özel aracına bindi ve kamyonun önüne geçti. Kafile yol almaya başladı. Kasabalı bilge bir anda kafilenin önüne fırladı ve “Bir şey unuttunuz” diye haykırdı. Bay görevli araçtan indi ve şaşırmış halde bir şey unutmadıklarını, her şeyi aldıklarını söyledi. Bunun üzerine, unuttuğunuz şey dedi, bilge, yıllardır kurduğunuz ilişkiler ve kasabada hakim kıldığınız kötü düzendir. Çirkin mirasınızı da...

Devamını Oku

Maskelerim Var

Maskelerim var benim. Hemen maskeli baloya katılacağımı sanmayın. Maske benim için bir gereklilik çünkü ben ikiyüzlüyüm. Yüzüme bazen birini bazen ötekini takarım ve gemimi yürütürüm. Maskelerimden biri din maskesidir. Çok kullanışlı ve güvenilir bir maskedir. Özellikle dinin kendisinin değil de edebiyatının hüküm sürdüğü ülkelerde… Zeki bir tacir olarak ihraç da ederim bu maskeyi. Diyelim ki insanlara dindar görünmem lazım. Çıkarım için hemen bu maskeyi takar ve insanları kandırırım. Bir peygamber şiiri mi okundu, gözlerimden bir yaş gelir. Halbuki maskeden gelir o gözyaşı ama kimseler bilmez. Bir ticaretten para kazanacağım ama dindar gözükmem lazım. Çok kolaydır benim için. Takarım maskemi. Bir göreve adam lazım ve dindar olması ilk şart. Boşuna uğraşmasınlar, hazırdır maskem. Bu arada en az din maskesi kadar kullanışlı olan dünyevi maskemden de bahsetmeliyim. Bu maskeyi dindarlık maskesi işe yaramadığında ya da benim işime gelmediğinde kullanırım. Bir haksızlığa imza mı attım ve beni ayıpladılar mı? Çok kolaydır çıkış noktam. Kurallar, yasalar, yönetmelikler böyledir derim. İnsanlar şaşırır kalır bana. Peygamber mi? O’nun maskesi yoktu. O maske...

Devamını Oku

Eğitim Klavuzu: Yeni Başlayan Siyasetçiler İçin

1. Eğitimcinin işini eğitimciye bırak. 2. Eğitimci değilsen eğitimi yönetemezsin, belki idare edersin. 3. Ben de okullarda okudum deme sakın, o zaman bir eğitimci de maliyeyi yönetsin. 4. Başbakan olursan eğer birgün, mutlaka bir eğitimci danışmanın olsun. 5. Türkiyede eğitim terörden de öncelikli bir sorundur. Unutma sakın. 6. Eğitim problemi sadece okul yapılarak çözülemez. O yüzden eğitimle ilgili söylediğin yegane şey, şu kadar çok derslik yaptım olmasın. 7. Eğitim problemi okul ve derslik sorununu da kapsayan daha geniş bir konudur. 8. Eğer bir gün başbakan olursan sadece bu ülkede eğitim problemini çözsen bile gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı olma şansın var. Unutma sadece eğitimi çözsen bile… 9. Çocukları siyasete bulaştırma. Onlar çocuk. 10. Eğitim camiası her kasaba ve köye ulaşır. Bu nedenle milli eğitim bakanı olursan adaletli bir yönetim anlayışın olsun. Yoksa partine zarar verirsin. Öğretmenler herkesi etkileyebilir çünkü. 11. Bir kanun çıkartmaya çalış: Okulların bahçesi şu metrekareden az olamaz ve okullar en fazla iki katlı olabilir diye. Ve ekle.. Bir okul bin öğrenciden fazla olamaz diye. Ve devam et… 12. İkili öğretimi kaldır.Dünyaya rezil oluyoruz.Okul binalarının etkili ve verimli kullanılması ayrı şeydir,ikili öğretim ayrı…Eğer ikili öğretim iyiyse o zaman üçlü öğretimi getir. 13. Din eğitimi konusu önemlidir. Bu konuyu mutlaka çöz. İHL konusu da bunun içindedir. Ancak sadece din eğitimi ve İHL konusuna odaklanma. Yukarıdakileri okumadın mı? 14. Eğitim camiası altıyüz bin kişilik bir camiadır. İyi temsil...

Devamını Oku

Kokan Tuz

Bir besin kokarsa tuzlarmışız ancak tuz da kokarsa ne yapacakmışız? Toplum olarak bir yerlerde hazır bir tuzun olduğuna olan inancımız mı bizi bu kadar vurdumduymaz yapıyor acaba? İki takım maç yapıyor, futbolcuların çoğu kendini yere atıp penaltı yaptırmaya, faul kazanmaya çalışıyor. Bu kadar sahtekarın olduğu bir maçı zavallı bir hakem nasıl yönetecek? Çoğunluk iyi niyetli ve sportmence mücadele edecek ki hakem de işini doğru yapabilsin. Yani tuz tuzluğunu yapsın. Bu kadar kokuşmuşluğa tuz mu dayanır? Bir siyasi parti iktidara gelecek, torpili organize olarak yapacak ve hukuk sorunları çözecek. Garip yani.. Sen iktidar olarak torpilsiz iş yapacaksın, haksızlığı en aza indireceksin ve o az olan haksızlıklarda da tuz tuzluğunu yapacak. Bu kadar çok kuralsız ve adaletsizce işin döndüğü bir devlette hukuk bu tuzlamaya nasıl yetişsin? Biz Türkler tuzun içimizde bir yerlerde olduğunu unuttuk. Her türlü ahlaksızca tutumu bir yaşam şekli yaptık ve tuz var nasıl olsa dedik. Yanlış yaptık. Önemli olan genel bir adaletli yönetimi ve anlayışı hayatımıza hakim kılmaktır. Ataköy’deki yeşil alanla Sirinevler’deki yeşil alan arasındaki farkı ve adaletsizliği hangi tuzla kapatırsınız? Bir tarafta ikili öğretim yapan apartman okullar, bir tarafta Ataköy’deki okullar.. Bu kokuşmuşluğu hangi tuzla tuzlayacaksınız peki? Dolayısıyla tuz artık yetmiyor. Çünkü çok çürüdük ve kokuyoruz. Önder...

Devamını Oku

Padişahım Çok Yaşa Demokrasisi

Belki artık bu ülkede cumhuriyet denilen ve genel olarak halkın hür iradesine dayanan bir yönetim biçimi olduğu savunulabilirse de halkın hür iradesinin devlete tam yansımadığı da bir gerçektir. Neden yansımıyor? Bunun nedeni geleneksel olarak var olan halkımızın devlet karşısındaki suskunluğu olsa da en büyük neden siyaset mekanizmasının alttan yukarı katılımı sağlamaktan uzak oluşudur. Küçük küçük krallıklar şeklinde örgütlenmiş siyasi partilerle hangi katılım sağlanabilir? Sadece seçimlerde küçük kralların ya da derebeylerin belirlediği adaylara oy vererek demokrasi olmuyor. Bu su üstüne yazı yazmakla eşdeğer. Kıymeti kendinden menkul liderler ve onların arkasında gururlanma padişahım senden büyük Allah var diyemeyen kullar. Bu demokrasi değildir. Öncelikle katılım sağlanmalı. Bunun için de siyasi partiler kanunu değişmeli ve önseçim bir şart olmalıdır. Önseçimle aday olan ve tamamen parti liderinden bağımsız davranma özgürlüğüne sahip olan adaylar seçime girmelidir. Böylelikle pek sayın parti liderlerinin gözlerinin içine sevecen bakışlar atarak, padişahım çok yaşa demeyi iş edinmiş kullardan kurtulabiliriz. Bizim mahallemizin, ilçemizin, ilimizin ve davamızın yıllar içinde öne çıkmış adayları siyasete girer ve ortak akıl çalışmaya başlar. Batı bize “Gelin benim ahlaksızlığımı alın.  demedi. Niçin iyi taraflarını almadık ve hala almıyoruz? Çünkü  küçük kral ve derebeylerimizin işine gelmiyor. Amerika başkanlık seçimleri için önseçim sürecini izledik hep beraber. ”Bu niçin bizde yok?” diye düşündük mü? Bu ülkede siyasette yükselmenin yolu küçük kralların gözlerinin içine sevecen bakışlar atmaktan ve “Gururlan ey kral sen en büyüksün” demekten geçtiği müddetçe biz daha çok oy...

Devamını Oku

Yetersizler Derneği

Bizler yetersizler derneğinin üyeleriyiz. Hepimiz her konuda yetersizleriz. Kocalıkta, adamlıkta, insanlıkta, parada, pulda… Bu listeyi bitirmeye onlarca sayfa yetmez. Yetersizlerin sayısı mı? Yeterlilerden daha çoktur emin olun. Eziğiz biz. Hergün eziliyoruz. Paramız yok. Minibüslere, otobüslere bineriz. Tartışırız başka bir yetersizle. Kıskanırız biz, yeterlileri. Boyumuz da yetersizdir, kilomuz da. Tipimiz de yetersizdir, karizmamız da. Zaten bizde karizma ne gezer? Yetersiz adamın karizması mı olurmuş? Aldığımız eğitim gibi aldığımız maaş da yetersizdir. Bağlılığımız yetersiz. Ne inanca, ne de devlete ve ne de prensiplerimize… Yeterince bağlı değiliz. Birbirimize, ailemize ve arkadaşlarımıza… Türkçemiz yetersizdir. Yabancı dilimiz de… Müzik zevkimiz de… Sanatımız da… Futbolumuz yetersiz, ekonomimiz de. Bilimimiz yetersiz, okulumuz da. Adaletimiz yetersiz, cezalarımız da ve tabii ki cezaevlerimiz de. Demokrasimiz yetersiz, insan haklarımız da. Terörle mücadelemiz de yetersiz…Hırsızlıkla mücadelemiz de… Yeşilimiz de, doğamız da, evlerimiz de. Artık tarımımız da yetersiz, buğdayımız da… Evliliklerimiz de mutluluğumuz da yetersiz. Karımız bizi yetersiz bulur durur. Halbuki bir şeyi unutmuştur: Kendisinin de bir yetersiz olduğunu. Acaba bu dünya yetersizlerin dünyası mı? Niye sayımız çoktur acaba? Ne işe yararız biz? Sadece yemeye ve tüketmeye mi? Ye, iç, yetersiz ol, yetersiz kal. Belki de yetersizlik bir kaderdir, belki bir hastalık… Kim bilir? Yetersizliğin destanını yazdık ama yine de yetersiz kaldık...

Devamını Oku

Sınıf Geçme Piyangosu

Ülkemizde ilköğretimde yaşanan önemli sorunlardan biri sınıf geçme konusudur. MEB ilköğretim kurumları yönetmeliğinin 47. maddesinde sınıf geçmenin nasıl olacağı düzenlenmiştir. Ancak sınıf geçme konusunda şube öğretmenler kurulu kararı tartışmalıdır. Bunun nedeni zayıfı olan bir öğrencinin geçmesine kurulun hangi esaslar dahilinde karar vereceğinin belirlenmemiş olmasıdır. Yıl içerisinde ders öğretmeni, sınıf rehber öğretmeni, öğrenci velisi ve okul rehber öğretmenince zayıfı olan öğrenciler için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği ilgili maddede belirtilmişse de uygulamada kurul kararları belli bir standarttan yoksun olmaktadır. Örneğin bir okulda zayıfı olan tüm öğrenciler bir üst sınıfa geçerken, başka bir okulda iki zayıfla öğrenci sınıfta kalmaktadır. Ayrıca aynı okulda her yıl kurul kararları değişmektedir. Bir yıl iki zayıfla bir öğrenci sınıfta kalırken başka bir yıl beş zayıfla öğrenci sınıf geçebilmektedir. Bu durum eğitim sisteminde adaletsizliği ön plana çıkarmaktadır. Sınıf geçme adeta bir piyangoya dönüşmekte ve eğitimin ciddiyeti yok olmaktadır. Şube öğretmenler kurul kararı ile öğrencilerin sınıfta kalması zorlaştırılmak istense de bu şekilde eğitim sistemi yara almaktadır. Sınıfların kalabalıklığının çözümü sınıf geçmeyi kolaylaştırmak değildir. Çözüm öğrencilerin ilgi ve yeteneğine göre bir eğitim sistemi kurmaktır. Sadece sınıf geçmeyi kolaylaştırarak eğitimde kaliteyi artıramazsınız. Eğer ne olursa olsun amaç sadece diploma vermek ise ve kaliteyi düşünmüyorsanız olan geleceğimize olmaktadır. Öncelikle ilgi ve yeteneğe göre bir eğitim altyapısı kurulmalı, altıncı sınıftan itibaren mesleki eğitim ve akademik eğitim ayırımına gidilmelidir. Sınıf geçme kurul kararı ile olmamalıdır. Eğitimde öncelik kaliteye...

Devamını Oku

Çocukların Beton Dünyası

Dünyada çocuklarına bayram hediye edilmiş tek ülke olduğumuzu söyler dururuz hep. Bununla gurur duyarız. Bu arada pek çok şeyi gözden kaçırırız. Bayram hediye edilmesinin tek başına yeterli olmadığını ve başka şeyler de yapmamız gerektiğini. Bu ülkede çocuğa verilen önem hep sözde kalmıştır. Bunu fark etmek için kurduğumuz şehirlere bakalım mesela. Hani büyük parklar, oyun ve spor alanları? Çocuklarımızı doksan metrekarelik beton bloklara hapsettik. Sokağa çıkamaz çünkü sokak zaten yoldur ve araç trafiği vardır. Nerede oynayacak bu çocuklar? Nerede spor yapacak? Tabiatla köyü dışında nerede kucaklaşacak? Ağacı nerede görecek? Nerede nefes alacak ve doğanın sesini dinleyecek? Çocuklarımız boğuluyor güneşin görünmediği...

Devamını Oku
  • 1
  • 2